Ünlü Çinli filozof Konfüçyüs’ten bir alıntı ile başlayalım.
-Bir saat mutlu olmak istiyorsan şekerleme yap
-Bir gün mutlu olmak istiyorsan balık tut
-Bir hafta mutlu olmak istiyorsan tatile çık
-Bir yıl mutlu olmak istiyorsan servete kon
-Bir ömür mutlu olmak istiyorsan İŞİNİ SEV.
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi kolay elde edilen ve geçici olan olaylar kısa süreli mutluluklar getirebilir. Ancak iş aşkı veya işe bağımlılık ve işi sevmek bambaşka bir olaydır ve ömür boyu mutluluk verecektir. Çünkü işinde başarılı olan insanların işlerini çok sevdikleri, başarıyı da gayret sonucu elde edecekleri kesindir. Fakat işe olan bağımlılık da dozunda olmalıdır ve işi ile aşkı karıştırmamak yani aileye olan saygı, sevgi fonksiyonlarını unutmamak yani iş ile sağlık, aile ilişkileri gibi faktörleri dengede tutmak gerekir.
Konu açıldıkça hepimiz “her şeyin başı sağlık” cümlesini dilimizden bırakmayız ama günlük hayatımızda böyle olmuyor. İşine aşırı derecede âşık olan bazı vatandaşlar sağlık konusunda eksik davranıyor. Kendimden örnek vererek konuyu anlatmaya çalışayım.
Antalya, İbradı Ürünlü köyünde doğdum ve yedi kardeşten en küçüğü olduğum için tarla, bahçe işerinde çok çalışmadım. Çünkü babam bütün çocuklarını okutabilmek için köyden Antalya ‘ya tüm büyükbaş hayvanları satarak taşınmış ve ben de ilkokul, ortaokul ve liseyi Antalya’da bitirdikten sonra İstanbul’a geldim. Liseyi bitirinceye kadar manav çıraklığı, inşaat işçiliği, sebze meyve işçiliği gibi işlerde çalıştıktan sonra maddi imkansızlıklardan dolayı üniversite sınavı için geldiğim İstanbul’da Tahtakale’de tezgahtarlığa başladım. Bu arada İstanbul üniversitesi, İşletme fakültesini kazanmıştım ve işimi bırakmak durumunda kaldım ama üniversitede okurken de bir taraftan açıktan ticaretle meşgul oluyordum. Derken ikinci sınıfta (1979) Tahtakale’de sermayesiz kendi dükkanımı açmıştım. Şöyle ki tezgahtarlığım sırasında edindiğim çevrenin kredisini kıllanarak ticaret yapıyordum ve neredeyse her hafta Anadolu’da müşteri ziyaretlerinde bulunuyor hem sipariş alıp hem de tahsilat yapıyordum. Tabii ki bu arada üniversite öğrenciliğim devam ediyordu ama okula gerektiği kadar zaman ayıramıyordum. Zaman bu şekilde akıp giderken üniversiteden mezun oldum ve kısa dönem askerlik yaptıktan sonra artık tamamen kendimi işime adamıştım ve günün her saati, nerede olursam olayım işimi aklımdan çıkaramıyordum. Yani aşırı şekilde işime bağımlı idim.
Sermayesiz olduğum için oldukça zorlanıyordum ama aynı şekilde 2000 yılına kadar çalıştım sırada Türkiye’de büyük bir işletmeden aldığım satış müdürlüğü teklifini kabul ederek kendi işimden vazgeçmiştim. Çünkü ülkenin ekonomik gelişmeleri göz önüne alındığında benim gibi sermayesiz işletmelerin faaliyette bulunma durumu çok az hatta imkânsız hale gelmişti. Artık maaşlı bir müdür pozisyonundaydım ve fabrika yeni olduğu için tüm Türkiye genelinde bayiler ağı kurmam gerekiyordu. Bunun için ayda ortalama 5 yıl boyunca 11000 km yol yaparak başarılı bir seyir izlemiştim. Daha sonra ise başka fabrikalarda satış direktörlüğü, grup başkanlığı gibi görevlerde bulundum.
Konumuza dönecek olursak aşırı yük taşımaktan önce bel fıtığı oldum ve 1988 yılında ameliyata girmek zorunda kaldım. Daha sonralarda Anadolu’da beslenmemin düzensiz olması nedeniyle olsa gerek kronik böbrek hastalığına yakalanmıştım.2008 yılından 2013 yılına kadar devam eden tedavi sonunda diyaliz hastası olmuştum ve halen haftada 3 gün tedavi almaktayım.
Şimdiyse geriye dönüp baktığımda sağlığıma dikkat etmediğim için hatayı kendimde buluyorum. Çünkü insanların birçoğu gibi ben de gençliğimde bir şey olmaz diyerek sağlık kontrollerimi ihmal etmiştim. Genç iş insanlarına özellikle 40 yaşından itibaren en az yılda bir kez sağlık kontrolünden geçmelerini öneriyorum.
Sonuç olarak iş ile es birbirleri ile dengeli gitmelidir.