İran’daki Seçimden Çıkarılacak Dersler

İran’da reformist aday Mesut Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği haberi üzerine hemen aklıma, 1980’lerde Humeyni devrimi sırasında ülkesini terkeden İranlı ünlü müzisyen Farid Farjad’ın ‘Ağlayan Keman’ konçertoları geldi, internetten buldum, onu dinleyerek, bu satırları karalamaya başladım.
Ülkemiz, bunca hareketli günlerden geçerken, ‘neden İran’daki seçimler?’ diye soranlar olabilir... Tüm medya organları, ülkemizde gündeme gelen konuları, anında ele alıyorlar, enine boyuna işliyorlar, bu aşamada İran üzerinde pek durulmadığını farkettim ve yazmaya karar verdim, üstelik, İran’da alınan seçim sonuçları, sadece İran için değil, ülkemiz için de, tüm dünya için de çok önemli gelişmelerin başlangıcı olabilir.
İran’da seçimlerin ikinci turunda katılım yüzde 50’ye yakın oldu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda seçime katılan 4 adaydan hiçbiri yüzde 50’yi geçememiş, en çok oy alan reformist aday Mesut Pezeşkiyan ve muhafazakar aday Said Celili ikinci tura kalmıştı. İran İçişleri Bakanlığı, reformist aday Mesut Pezeşkiyan’ın ikinci turda Cumhurbaşkanı seçildiğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin, gizemli bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından düzenlenen seçimlerde Cumhurbaşkanı olan Tebriz Milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Mesud Pezeşkiyan, ikinci turda oyların yüzde 53,7’sini aldı. Pezeşkiyan, seçim öncesi, “Ben aslen Türk’üm” sözleri ile de dikkat çekmişti.
Siyasal rejimi ve otokratik yapısı ile büyük ölçüde çağdaş dünyaya kapalı olan İran’da, Şubat 1979’da Humeyni devrimi gerçekleştirilmişti. Ülkede monarşik yönetimden rahatsız olan farklı siyasal kesimlerin topluca başlattığı huzursuzluklar sonucu, Ocak 1979’da Şah Rıza Pehlevi ülkeyi terketmiş; Fransa’da sürgünde bulunan Humeyni, Şubat ayında İran’a gelmişti ve İran İslam Cumhuriyeti adı ile Şii mezhebi inancına dayalı bir şeriat devleti kurmuştu.
1980’ler, Ortadoğu coğafyasında çok önemli gelişmelere tanık olmuştu. İran’ın doğusundaki Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nde 1979’da Sovyetler Birliği’nin desteğindeki Babrak Karmal önederliğinde darbe yapılmış, Marksist Leninist sisteme geçilmişti. Türkiye’de, son on yılda yaşanan ve kardeşin kardeşi kırdığı sağ-sol çatışmaları da, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile sonuçlanmıştı.
1980’de İran-Irak savaşı başlamış, 8 yıl sürmüştü. Pakistan, Filistin ve diğer islam ülkelerinin çoğunda o dönemlerde başlayan sosyal, siyasal, kültürel huzursuzluklar, savaşlar ve çatışmalar, halen değişik şekillerde devam ediyor. Tüm bunların ötesinde, Humeyni devriminin, çevre ülkelere, özellikle ülkemize çok ağır etkileri olmuştu.
Türkiye’de 1980’lerde “Humeynici” denilen akımlar, guruplar, cemaatler türemişti. Daha da önemlisi, Türk siyasal yaşamına yön veren “Türban” denilen kadın baş örtüsü, bu dönemde İran kaynaklı olarak Türkiye’ye girmiş, şeriatçı, hilafetçi akımların üniforması haline getirilmiş, ülkemizde kadının yağlık, yazma, oya, eşarp gibi geleneksel baş örtüleri, adeta islam inancına aykırı gösterilmişti. Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye, Güney’de Mısır’dan kaynaklanan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler Birliği) gibi, Doğu’dan da Humeynici akımlarla kuşatılmış, şeriatçı ve hilafetçi eğilimler, çığ gibi artmaya başlamıştı.
Humeyni, kendisini İslam düyasının lideri olarak görmeye başlamış, 1980’lerde “Şeytan Ayetleri” adlı bir kitap yazan ve İngiltere’de yaşayan Hint asıllı Müslüman Salman Rüştü için “Ölüm fermanı çıkartmış” görüldüğü yerde öldürülmesi için fetva vermişti. Ne var ki, izleyen aylarda İran’ın doğu kesimlerinde meydana gelen bir deprem felaketinde, 40 binin üzerinde insan can vermişti.
1990’larda dünyayı aşaşkına çeviren bir İran haberi de hafızalarımızda halen canlılığını koruyor. Evlerine konuk olan yakınlarını arabaları ile havaalanına götüren bir karı koca, dönüşte devrim muhafızları tarafından durdurulmuş, evlenme cüzdanları yanlarında olmadığı için kadın rehin tutularak kocasının evlenme cüzdanını getirmesi istenmişti. Dönüşte arabasında meydana gelen bir arıza nedeniyle biraz da geciken adam, karısını rehin bıraktığı yere geldiğinde kimseyi bulamamış, en yakın karakola giderek durumu anlatmış, oradan bir merkeze yönlendirilmiş, merkezde ise, “O kadın, masumiyetini kanıtlayamadı ve gayrımeşru olduğu anlaşılarak infaz edildi” denilmişti.
Daha geçtiğimiz yıllarda Mahsa Amini adlı genç bir kadının baş örtüsünü şeriat kurallarına uygun bağlamadığı gerekçesi ile göz altına alınıp öldürülmesi, sosyal patlamaya dönüşmüş, çok sayıda insan tutuklanmış, idam cezaları uygulanmıştı.
Şeriata dayalı ve içine kapanık İran İslam Cumhuriyetinde, dışarıya yansıtılmayan sayısız karanlık olaylar yaşanmış, katliamlar yapılmıştı. 2013 yılında ülkemizde yaşanan 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının baş kahramanı da, İran asıllı sözde iş adamı Reza Zerrap değil miydi?!.
İran’da fırsat bulanlar, turistik amaçlı Türkiye’ye geliyorlar, bir kaç gün özgürlüğün ve insanca yaşamanın tadını çıkartıyorlardı, bir çok İranlı yazar ve siyasal bilimci, Türkiye’ye uyarılarda bulunuyorlar, “Laikliğinize sahip çıkın” diyorlardı.
Şimdi insan sormadan geçemiyor, 45 yıldan beri İran’da yaşanan karanlık döneme vurulan bu küçük darbe, ülkemizdeki “Şeriat isteriz, hilafet isteriz” diye çığlıklar atan çağ dışı kesimlere, bir ders verir mi acaba?
En katı şeriat sistemine dayalı Suudi Arabistan’da bile Prens Salman, reformist uygulamalara girişmişken, İran’daki seçimlerden ders çıkartmak gerekmez mi?