İKTİDAR VE TEPKİSİZLİK

Merkezde ya da yerelde iktidar oldun mu, eş, dost, hısım, akraba, kardeş, çocuk, damat, gelin vs. yaşadı.
Artık onlar da iktidar!
Çalışma; daha doğrusu, kamu kaynaklarından pay alma yolunda onların önü sonuna değin açık artık!
Çalışmaları(!) karşılığında herhangi bir ücret almaları çok da gerekli değil; çeşitli biçimlerde büyük kazançlar sağlamaları için iktidar sahibinin onları konumlandırış biçimi yeterli. Onlar, küçücük bir mutlu azınlık.
Bir de bu çevrenin çok uzağında, bu “yakınlarla iktidar” olgusunu kanıksamış; yadırgamayan, tepki vermeyen büyük bir çoğunluk var.
Onların içinde yer alan, konusunda uzman, eğitimli, yıllarca kendi alanında emek vermiş olan birçok insan, kendisine uygun iş arıyor, bulamıyor.
Asgari ücretle çalışan ya da çalışmaya hazır yüz binlerce üniversite mezunu daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak için arayış içinde ve umutlarını tüketmemek için çabalıyor, bir çıkış arıyor, bulamıyor.
Gelir adaletsizliğinin, yoksulluğun, çaresizliğin, maddi yaşamdaki zorlukların en ağırını yaşayan insanlar da bu grupta yer alıyor.
İktidarlar gelip gidiyor ama onların yaşam koşullarında hiçbir şey değişmiyor.
İktisadi düzeni on yıllardır hep bozuk olduğu için istihdam olanakları sınırlı kalan ülkemizde, her zaman en güvenli “ekmek kapısı” ve en büyük işveren olarak görülen kamuda bir işe yerleşmek birçok insanın önde gelen beklentileri arasında yer alıyor. Ancak, kamudaki iş başvuruları değerlendirilirken, konuyla ilgili birikim, uzmanlık, eğitim düzeyi pek önemsenmiyor. İktidarda kim varsa, bir biçimde ona yakın olmak çok daha fazla öne çıkıyor.
İnsanlar, bu gerçeği yaşayarak öğrenmelerine karşın, sürüp giden bu düzene karşı örgütlü bir tepki geliştirmiyor; bireysel çözüm arayışı içinde, iktidara yakın görünmenin yollarını arıyorlar. Başarırlarsa, bütün yaşadıklarını unutuyorlar.
İktidar nimetlerini yakınlarıyla paylaşan “muktedirin” hangi siyasal partiden seçildiğinin çok fazla önemi yok.
Önemli olan, hangi partiden olursa olsun, “seçilmişin iktidarı” olgusunun hem kendisince hem de toplumda nasıl algılandığı…
Bir yere seçilen kişi, kendisini, belli bir süre için oranın yönetiminden sorumlu GÖREVLİ olarak değil, her istediğini yapabilecek EGEMENİ sanıyor; kararlarını ve eylemlerini bu algı biçimlendiriyor.
Bunu yaratan büyük ölçüde aynı algıya sahip ve demokrasiyi sindirememiş insanların çoğunluk oluşturduğu toplumun kendisi aslında…
Hak, hukuk, adalet, demokrasi, liyakat, bilim gibi kavramların sözünü edip, bunlar için hiçbir eylemde bulunmayan insanların, düzeni değiştirecek ve sorunları çözecek “kurtarıcı tek adam” beklentisi içinde oluşu, hem merkezde hem yerelde iktidar olana, beklenen o adam olduğunu düşündürüyor.
Bildiği doğruların arkasında durmayan, iktidar sahibinin her dediğini tartışmasız kabullenen “evet efendimci” bürokrasi ve iktidar sahibinin yakın siyasal çevresi de bu durumu destekliyor; öyle olduğunu düşünmeyen iktidar sahiplerini bile buna inandırıyor.
80 yıla yakın “demokrasi” deneyimimiz, hem merkezde hem yerelde, bunun birçok örneğiyle doludur.
Yerelde “bey”, merkezde “padişah” olduğunu sanan iktidar sahibini tutacak, frenleyecek tek güç olarak geriye, eğer varsa, kendi sağduyusu kalıyor.
Sağduyudan yoksun iktidar sahiplerinin, hiçbir toplumsal tepkiyle karşılaşmadan, onlarca yıldır yaptıklarıyla, ülkeyi ve kentleri nereye getirdikleri bugüne bakınca bütün açıklığıyla görülüyor.