Şair, yazar, yayıncı, mimar ve öğretmen Babür Pınar’ın “İktidar ve Aydın” kitabını okuduğumda; İslami düşüncede, “Sırat Köprüsü!” için. Toplum içinde de adalet, paylaşım vb. konuların hassasiyetine dikkat çekmek için kullanılan; “Kıldan ince, kılıçtan keskin” sözü geldi aklıma.
İktidar ve Aydın kitabında; örneklerle, alıntılarla ve toplumda “Aydın” kelimesiyle ve algılanış biçimiyle enine/boyuna bir çalışma olmuş. Konuya ilgi duyan okuyucuların mutlaka okuması gereken bir kitap.
“Muktedir için nimet, insanlık için yüktür cehalet” özlü sözü kitabın içeriği ile ilgili ipucu vermekte diye düşündüm.
Aydın olmak, asıl olarak da insan olmak; yaşadığımız dünyayı sorgulamak, fikir üretmek ve yanlış gördüğümüz “şeylere” karşı mücadele etmek demektir. Kitapta da sözü edildiği gibi; “Saldırının yeni yolu şu; baş edemediğin şeyi karşına alma, ona sahiplen, içini boşalt, tehdit olma durumunu aşındır; masset ve etkisini en aza indir.” çıkar ilişkilerine dayalı, işine geldiği gibi davranmak, dün ak dediğine bugün kara demek, güçlüden yana olmak ne aydının ne de insanım diyenin yapacağı işler değil.
“Kararlı ve sınır tanımaz oluş; bilimsel yöntemle fikir üretmenin tamlayanıdır, ikincildir. Aydınlanma; düşünce üretimiyle değil, biçimlendiren ve öylece fikre karakter kazandıran bilincin vasfına bağlı olarak, aklın da fikir üretiminde cevval olması, aydınlanma sürecinde biçimleyici önem kazanır. Durumu idrak yetisinin vasfı; aklın cüretinin toplumsal ilerleme doğrultusunda yararlı olup olmayacağını belirler.” Diyor Babür Pınar ‘iktidar ve aydın’ kitabının arka kapağında.
“Aydın ve aydınlanma sorunu üzerine ülkemizde gerek burjuva ideologlar tarafından ve gerekse sosyalist düşünürler tarafından makaleler yazıldı. Sosyalistler tarafından yazılan makaleler; farklı (genelde Avrupalı) düşünürlerin makalelerinden seçilen cümleler dayanak yapılarak kurgulanan metinlerdir. Birbirinden farklı tezler ileri süren düşünürlerin fikirlerinden aşırma cümlelerden oluşması nedeniyle bu yazıların eklektik formda olması kaçınılmazdı. Söz konusu metinlerin kopya olması; var olan fikirlere, somut durumun analizine dayalı yeni tezle katkı konulmadığının göstergesidir. Birçok düşünürün, siyasetçinin, Marksist olduğunu iddia etmesine karşın; Marks’ın, Engels’in makalelerini okuyup anlamadığını bir yana bırakın, okumadığı vakadır. Bu siyasilerin slogan politikacılığı Marksizm üzerine düşen gölgedir. Cahilin yol arkadaşlığı, insanın/toplumun önüne, olan engellerin yanına yenisini ekler. Cahillik, yola barikat olduğu kadar yol arkadaşlarının sırtına da artı yük bindirir.”
Her toplum, evrensel değerlerin yanında kendi değerleriyle de var olur. Yüzyıllardan bu yana us imbiğinden süzülerek gelen sözler (tamamı olmamakla birlikte) toplumun değer yargılarının da bir göstergesidir.
“İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” atasözünün toplum içinde benimsendiği her vesile ile dile getirilir. Ya da Şeyh Edebali’nin “Kendine ağır geleni bir başkasına yapma” sözü de aydının/insanın her platformda doğrucu ve adaletli olmasını öğütler/öğretir.
“Aydın, yalnız egemen burjuva iktidarına, bu erkin ideolojik, politik çerçevesine ve aygıtlarına karşı değil; içinde yer aldığı cephenin hegemonyasına, ideolojik, politik var oluş biçimlerine de devrimci eleştirel perspektifle yaklaşır. Çünkü her tür ve her biçimde erk, orada sömürünün gerçekleştiğinin vesilesidir. Aydın bu gerçekliğe gözünü kapamayandır.
Bir bilim insanının, iktidarın hizmetine girmesi; bilimsel bakış açısıyla ters düşer. Bu zıt düşme, bilim insanının dürüst olmaması demektir. Bu doğru. Bu nedenle bilim insanının tavrına ilişkin eleştiri, ahlaki değerlendirmenin konusudur. Ama bilim insanının ahlaki disipline ters düşmesi; onun bilim insanı olma gerçeğini değiştirmez. Bilim insanının pratiğinin, ahlaki norma uygun olup olmaması; bilim insanı olma durumunu etkilemez. Bir sanatçı ve politikacı için de aynı durum söz konusudur.
Ancak bir aydın için böyle durum söz konusu dahi olamaz. Aydın olmak zaten, yalanın, ikiyüzlü davranışın reddini içerir. Çevresine, topluma ve siyasi iktidara karşı kişisel çıkarına bağlı olarak, ikiyüzlü tavır sergileyen düşünür aydın değildir, olamaz da.
Birçok kuramcı; tıpkı T. Adorno ve F. Başkaya gibi, aydın tanımını, ahlaki yargıyla parlatma çabası içerisine giriyor. Güzel çağrışımlarla süslü “iyi niyetli” iddialar hemen her zaman yanıltıcıdır; iddianın dikkatle ortaya konması gerekir, aksi halde, yararına inanılan süslemeler, bilinç yanılsamasını baha da güçlendirir.
Aydınlar ne ahlak koyucudur ne ahlak bekçisi.
Hırsızlığın, ihanetin, erk istencinin ve hırsa ilişkin tüm eğitim ve pratiğin asıl zemini; insanın insan tarafından sömürüsüdür. İnsanın insanı sömürmesi; sürekliğini toplumun organize oluş tarzına borçludur. Sömürünün kurumsallaşması insanlığın gerçekleştirdiği kötülüğün sürekliliğin dayanağıdır.
Üretim ilişkilerinin insanın insanı sömürmesi üzerine organize edildiği toplumda “mülkiyet hırsına” ilişkin ahlaki bozulma kaçınılmazdır ve hiçbir ahlaki önlem, yasak, bu durumu sona erdiremez.
Mülkiyet ilişkisinin sonucu insanın kişiliğinin bozulması; ancak ve ancak bu mülkiyet ilişkisinin parçalanması, sonlandırılması ile tedavi edilebilir.”
Son olarak; “Aydın, halkın çoğunluğunun değerler sisteminin dışında ve karşısında devrimci duruş sergileyen ve bu değer yargılarından köklü kopuş tavrına sahip olan bireydir. Toplumun çoğunluğunun değerler sisteminden kopuş; yanılsamalı bilinç ürünü metafizikten kopuştur.”
Daha çok Aydınlı/k yarınlara…