İki Kanal: İSTANBUL VE ORTA DOĞU

Türkiye ve Dünya, içinde şiddetin hiçbir türünün bulunmadığı görüş ve inançları barındıran eksiksiz ve kusursuz demokrasi ile huzura erebilir.

Yüz yüze ve göz göze konuşarak uzlaşı ile başarılacak eksiksiz ve kusursuz demokrasi işte o zaman gerçek adaleti ve güvenliği de sağlayacak, yazılarımda sıkça dillendirdiğim gibi yerin üstünü gerçek cennet haline getirecek. İşte o zaman, insanlık tarihi sıfırdan başlayacak.

Merak ettiğim şu. İnsana, hayvana ve doğaya yönelik insan şiddetinin her yerde sonlandığı dönemleri yaşayacak gelecek kuşaklar, korku, baskı, kan ve gözyaşı dolu, insanın utanılası milyonlarca yıllık geçmişini nasıl adlandıracak, zaman ve konu dilimlerine nasıl ayıracak, bu dilimlere nasıl isim verecek ve dahası içlerini nasıl dolduracak?

İkinci Dünya Savaşının ortalarında, Türkiye’yi bu Savaşa sokmayarak o dönemde akan kan ve gözyaşlarına katılmamızı engelleyen kahramanların yaşadığı topraklarda Dünyaya gelmiş bir insan olarak, gelecek kuşaklara ağır sorunlar bırakacak iki konuya değinmek istiyorum.

İlki, Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlaması düşünülen Kanal İstanbul. “Anneler ve Gözyaşları” kitabımda yazdığım gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Türkiye kamuoyunun, bilim insanlarının tüm karşı çıkışlarına karşın “Kanal İstanbul” için o güzelim sulak alanları, tarlaları ve köyleri yok ederek gelecek kuşaklara büyük sorun bırakacak gibi görünüyor. Büyük, tehlikeli ve gelecekte çözülmesi hemen hemen olanaksız bir sorun.

Kanal olarak tasarlanan alanların çevresinin, yüksek ve yaygın konut inşaatları ile kuşatılması sürüyor. Köylülerin, gençlerin, annelerin çığlıkları, gözyaşları Hükümeti durduramadı. Böylece, kanal açılmadan, Marmara ve Karadeniz’in sularından önce annelerin, babaların, gençlerin gözyaşları döküldü. Bu gözyaşları, tuzlu değil, ilk tatlı su olarak kanala verilmiş oldu. Tatlı, fakat acılı gözyaşları, gözlerden süzülen sular.

Kanal İstanbul durdurulamadığı takdirde, sadece olası bir depremde İstanbul ve çevresi için tehlike oluşturmayacaktır. Algıma göre, o kanalı kullanabilecek savaş yanlısı güçler, gelecekte gençlerin kanlarının, annelerin gözyaşlarının dökülmesine neden olabilecekler. Bu kan ve gözyaşlarının sadece Marmara ve Karadeniz’le sınırlı kalmayacağı, Asya ve Avrupa dahil Dünya’ya yayılabileceği endişesi ve korkusu taşıyorum.

Kanal İstanbul girişiminde, ayrıca, toprakların kamulaştırılması, tarım arazilerinin yitirilmesi, ülkemiz insanlarına veya başka ülke yurttaşlarına satılması ve inşaat süreçleri mutlaka irdelenmelidir. Bilim insanları ve araştırmacı gazeteciler arasından, bu süreci belgeleyerek geleceğe taşıyacak güzel yürekler mutlaka çıkacaktır.

Bir başka kanaldan söz etmek istiyorum. Yine çocukların kanlarını, annelerin gözyaşlarını dökecek bir kanal. Orta Doğu’dan Türkiye’ye uzanabilecek bir kanal. Öyle kazmaya, çığlıklara ve gözyaşlarına aldırmadan veya ikna ederek köylülerin topraklarını almaya gerek yok.

Silahlı ve savaşçı askerleri bakımından çok güçlü (!) ülkelerin desteğinde kan ve gözyaşı bataklığına sürüklenen Orta Doğu’dan Türkiye’ye uzanabilecek bir geniş kanal. Bu Türkiye, insanın tarihi içinde, Cumhuriyet ve Demokrasi kelimelerini birleştirerek bu topraklarda kurulan ilk devlet. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları ve yurttaşların başardığı, mucize gibi görünen, aslında mucize değil, başarı kelimesi ile taçlandırılabilecek bir “Devlet.”

“Şiddetsiz Türkiye” hedefine taşınması için çaba gösterilen bir dönemde, hepimize doğru yaklaşmakta olan büyük bir tehlike var. Orta Doğu bataklığının kan, gözyaşı ve kirlilikten oluşan suyu, çamuru. Yukarıda belirttiğim gibi bu tehlikenin, kirli su ve çamurun gelmesi veya getirilmesi için toprağı kazmaya, dağları delmeye, nehirleri aşmaya gerek yok.

Çünkü, şiddetin özel kanalı olamaz. Çünkü, her yer, havası, toprağı ve denizi ile şiddetin kanalı olarak kullanılabilir. Şiddet, insanlaşamamış canlı varlıkların eli, dili ve ürettikleri silahlarla, havadan, karadan ve sudan gelebilir.

Türkiye, iki kanalı da, şiddetsiz yöntemlerle durdurmak zorundadır. Çünkü, güçlerini silahlardan alan dışımızdaki siyasetçilerin bazılarının, elbette bu topraklarda yaşayan gizli (!) yandaşları ile birlikte Orta Doğu’ya yeni bir şekil vermek istediklerini hissediyorum. Yeni gibi görünen, ancak yalana ve aldatmaya dayalı bu hedef, algılarıma göre, Orta Doğu’ya ve Dünya’ya huzur getirebilecek olan kusursuz demokrasi ile ilgili değildir. Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya verilmek istenen yeni (!) şeklin, huzuru sağlayacağını değil, kan ve gözyaşını artırarak sürdüreceğini hissediyorum. Yanılmayı çok isterim. Eğer yanılmıyorsam, eyvah…

Sevgili anneler, Dünya’nın neresinde olursanız olun, sevgi, dostluk, huzur ve barış için, her yerde ve her zaman, erkeklerle birlikte, dayanışma içinde, haydi…