İki önceki yazının başlığı: Geleneğin Kudreti idi.
Gelenek… Eğer yeni bir dünya kurmak istiyorsanız en ufak hatanızda tekrar gün yüzüne çıkmayı bekleyen ölümsüz bir rakip gibiydi. Yeni dünyayı yok etmek için hazırda bekleyen ve gücü asla azalmayan bir düşman…
-
İngiltere’nin başına gelen durum da bu idi. 1135’te ölen I.Henry’nin ve seleflerinin yarattığı merkezi otorite Gaspçı Stephen’ın tahta geçmesi ve anarşi döneminin başlamasıyla gelenek kendi hükmünü yürütmeye koyulmuştu.
Her yerde tekrar baş gösteren yerel lordlar… Savaş ve güvenlik bahanesiyle lordların artırdığı vergiler ve otoritenin bozulması, iyilerin ve normal insanların zalimlerin kurbanı olduğu dakikalar bunlar.
Ve tam 18 yıl sürer…
O dönemin insanlarının tanımlamasıyla “İsa ve azizlerinin uykuda olduğu dönem” adı verilir. Zulmün boyutu, şimdi daha net anlaşılabilir.
-
I.Henry’nin resmi varisi ve kızı Kraliçe Matilda’nın 1151’de ölmesi ve halkın barıştan yana tavır almasıyla birlikte 1153’te Gaspçı Stephen ve Matilda’nın oğlu II.Henry bir veraset anlaşması imzalar. Bu anlaşmaya göre isyan sonlandırılacak ve Stephen’ın soyu taht iddiasında bulunmayacaktır. Taht, Stephen’ın ölümünün ardından II.Henry’ye bırakılacaktır.
-
Gerçekten de öyle olur. Anlaşmanın bir sene ardından Stephen’ın ölümü, yeni kralı müjdeler. II.Henry 35 yıllık saltanat süresiyle İngiltere tahtında en çok süre geçiren krallardan birisi olur. Merkezi bir adalet sistemi ve çok güçlü bir merkezi otorite inşa eder. Baronların güçlerini azaltır ve sürekli savaş prensibine dayanan gelenekleri biçmeye uğraşır.
Devlete, devlet unvanı veren iki nitelik… En liberal ülkelerde bile devlet adaletten ve güvenlikten sorumludur. Bu iki görevi dahi yerine getiremeyen yapı, devlet sayılamaz.
-
Maddi olaraksa özellikle imar alanında büyük işler başarmaya çalışır ve yine isyanlarla uğraşır.
Bu sefer tahtını tehdit edenler, bir başka soyun azaları değil bizzat kendi oğullarıdır.
-
II.Henry yaptığı tüm reformlara ve verdiği mücadelenin önemine rağmen sorunlu bir evliliğin ve başta eşi ve diğer kralların oğulları üzerindeki etkileri sebebiyle saltanatının önemli bir kısmında isyanlarla uğraşır. Yetkilerini ve topraklarını kaybeden baronların oğullarıyla kurduğu ittifakların dünyaya getirdiği şey, savaştır. Esasında baronlar yalnız kendi iyiliklerini düşünseler de II.Henry’nin geleneklere karşı başlattığı mücadeleyi sekteye uğratmak için oğulları kullanma yolunu seçerler.
Dört erkek evladın da taht sıralarını beklemeye niyetlerinin olmaması ve her isyanda birlik olsalar da aslında içten içe kendi yönettikleri bölgelerin hayalini kurmaları babalarına karşı verdikleri savaşta motivasyon kaynağı olur.
Ve bu baskılar sonrası 1189 yılında II.Henry ciddi bir hastalık neticesinde ölür.
Yerine oğlu, Aslan Yürekli Richard geçer ve tahta çıktığı gibi III.Haçlı Seferi’nin hazırlıklarına başlar. I. Haçlı Seferi’nden farklı olarak halkın ve yerel simaların değil Avrupa’nın en güçlü hükümdarlarının, en büyük ordularıyla katıldığı bu kumpanya yine ilkinden farklı olarak tamamen başarısız olur.
Kutsal Roma Cermen İmparatoru Friedrich Barbarossa -manası Kızıl Sakal, Osmanlı’nın en büyük denizcileri olan Barbaros kardeşlerin lakabı da buradan gelir- Türk yurdu olan Anadolu’nun çetin şartları altında erir. Deniz yoluyla sefere katılan Richard ve Fransız Kralı Philippe ise kısmi başarılar elde etse de Kudüs’ü kurtaramadan geri dönmek zorunda kalır.
Richard arada bir esaret dönemi geçirir, yurduna ve tahtına döndükten sonra ise sürekli savaşmaya devam eder. 1199’da bir okçu tarafından vurulduktan sonra kangren olan kolu sebebiyle hayatını kaybeder.
Karıncanın aslanı öldürmesi…
-
Ve sonunda geldik. Zafer Gazetesi’nde çıkan ve ‘Demokrasinin Yoldaşları’ ismini taşıyan yazıdan itibaren başlayan yolculuğumuzda, Richard’ın katıldığı haçlı seferi sırasında ve ölümünden sonra ülkeyi yöneten Yurtsuz John’u anlatarak başlamış ve “hikâyeyi başa saralım” tabirini kullanmıştık.
Şimdi tam olarak hikâyenin birleştiği ve en büyük adımın başlayacağı noktadayız. Anayasal demokrasinin ilk belgesi, bir sonraki yazımızın konusu…
Ve muhtemelen sonu...