Sevgili okurlarım, bu hafta ki konum “GÜVEN”
Bir insanın en derin duygularından biridir. Öyle bir bağ kurar ki insanla, hayatı anlamlı kılar. Çocuksan, annene güvenirsin. Mahallenin köşesindeki bakkala güvenirsin. Bir yetişkinsen, devlete, komşuna, arkadaşına, öğretmenine güvenirsin. Eğer bu duyguyu çocukken alamazsan, büyüdüğünde kime yaslanacağını bilemezsin. Güven, insanın içindeki en sessiz ama en güçlü bağdır.
Fakat artık bu ülkede sabahları hangi haberle uyanacağımızı bilmiyoruz. Her sabah yeni bir skandal, yeni bir utanç. Üstelik kimse bir adım geri atmıyor. Ne sorumluluk duygusu var, ne de vicdani bir duruş. Bu ülkede ne olursa olsun, istifa etmeyen bir anlayış var. Ne bebek ölümlerinde, ne orman yangınlarında, ne kadın cinayetlerinde, ne lise yerleştirme sınavındaki büyük skandalda, ne de son günlerde gündeme oturan sahte diploma olaylarında...
Halkın gözünün içine baka baka “sorun yok” diyorlar. Oysa biz çoktan güvenimizi kaybettik. Sınav sonuçları açıklanmadan önce soruların sosyal medyada dolaştığını gören on binlerce gencin, anne babanın yüreği yandı. O çocuklar hakkıyla emek verirken, birileri sistemin arka kapısından içeri sızdı. Bu, sadece bir eğitim problemi değil. Bu, gelecek nesillerin hayallerini, alın terini gasp etmek demektir.
Peki ya son çocuk ölümleri?
Henüz hayatın ne olduğunu anlayamayan minicik bedenler... Peş peşe ölen çocuklar, gözaltına alınan şüpheliler, fakat hâlâ netleşmeyen, doyurucu bir açıklama dahi yapılmayan olaylar... Bu ülkenin geleceği olan çocuklar, karanlıkta kalıyor. Ne bir özür, ne bir sorumluluk alımı, ne de bir istifa… Oysa bir çocuğun hayatı her şeyden kıymetli olmalıydı.
Ama değil.
Çünkü biz bu coğrafyada güven duygusunu kaybettik.
Eskiden mahallede çocuklar sokakta oynarken anneler camdan izlerdi. Komşular birbirine anahtar bırakırdı. Bir çocuğun başı derde girdi mi tüm mahalle onun etrafında birleşirdi. Şimdi kapılar kilitli, yürekler soğuk, insanlar şüpheyle bakıyor birbirine. Bu sadece bireysel bir yabancılaşma değil, sistemin de insanına güvenmediği, insanın da sisteme güvenmediği bir döngüye dönüştü artık.
Sahte diplomalar…
Devletin en kritik kurumlarında görev yapan insanların sahte belgelerle yıllarca görev yapmış olması, her bir vatandaşın içini sızlattı. Bu, sadece bir kişinin yalanı değil. Denetlemeyen, sorgulamayan, ama koltuk bırakmayan bir düzenin topluma attığı en ağır tokatlardan biri. Bu düzen, liyakati değil, sadakati ödüllendirdiği sürece, biz asla güven inşa edemeyeceğiz.
Bir ülkeyi ayakta tutan şey, sadece yollar, binalar, yatırımlar değildir. Bir ülkenin temel taşı güvendir. O yüzden gelişmiş ülkelerde bir bakan, en küçük bir zafiyette istifa eder. Çünkü halkına karşı sorumluluk hisseder. Bizde ise sorumluluk almak bir zayıflık olarak görülür. Oysa en büyük güç, gerektiğinde geri çekilmek, hatayı kabul edebilmektir.
Güven, geçmişin hatasız olmasıyla değil; hatalar karşısında takınılan onurlu duruşla inşa edilir.
Topluma güven duygusu aşılanmazsa, insanlar kendi içine kapanır. Gençler, bu ülkede bir gelecek göremez. Kadınlar kendini güvende hissetmez. Çocuklar adaletin ne demek olduğunu bilmeden büyür. Ve bir ülke, güven duygusunu kaybettiğinde, sadece insanını değil, geleceğini de kaybeder.
Ama hâlâ bir umut var.
Güven, yeniden yeşerebilir.
Bunun için önce şeffaflık gerekir. Hesap verebilirlik gerekir. Her şeyden önce, istifa edebilen onurlu insanlar gerekir. “Ben hata yaptım” diyebilen vicdanlar gerekir. Ancak o zaman yaralarımız iyileşir, yeniden sokaklarda gülümsemeler çoğalır.
Bir çocuğun annesinin elini tutarken hissettiği güven gibi...
Bir gencin sınava girerken “hakkım yenmeyecek” diyebilmesi gibi...
Bir kadının sokakta yürürken arkasına dönüp bakmaması gibi...
Bir insanın adaletin karşısında kendini yalnız hissetmemesi gibi...
Biz bu duyguyu yeniden kazanmak zorundayız.
Yoksa ülke sadece betonla değil, vicdanla da çöker.