Her Şeyin Temeli

Genco Erkal’la arkadaşlar mıydı bilmiyorum? Ama devrin büyük adamları, bir arkadaş masasının sürekli üyeleri olmasalar bile herhalde yek diğerinden haberdarlardı.
Kendilerince güneşin sofrası olarak adlandırdıkları bir alemin, idealist ve hayalperest yoldaşları… Arkadaş masasının ortakları değilseler de, güneşin sofrasının iki azası…
Herhalde, daha büyük bir unvan.
* * *
Timur Selçuk’un 1 Mayıs’ı kimseden duymadığımız cümlelerle bezeli. Esasında marşın orijinalinde var olan cümleler bunlar ama sonradan kırpılmış, kimsede bulmak imkânı yok.
Ve, o kırpılanlar arasında en güzeli, “Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler.”
İnsanoğlu, yaratmaya muktedir bir canlı ve anlaşılamaz doğasıyla, kendine has biçimi ve sınır tanımazlığıyla merak uyandırıcı. Ona bir isim vermeye çalışanların afallamasının sebebi de bu.
Kişiler, kalabalıktan ayrılıp yalnız kendisini bulmak için çabaladığında, kaybolurlar. Aynı, karşımızdakini bulmaya çalıştığımızda bizim de yitip gideceğimiz gibi…
İnsan tekilleştikçe karmaşıklaşıyor.
* * *
Tabii bunlar siyasetin önünde bir engel değil. İnsan ne kadar karmaşık olsa ve reaksiyonlarında farklılıklar gösterse de tamamını birkaç farklı gruba indirgemek hala mümkün. Sonuçta formül aynı ‘insan tekilleştikçe karmaşıklaşıyor’.
O zaman tekilleşmesine izin vermemek, insan ruhunu kolayca çözümlemek, en azından istenenlerin bir kısmını gerçekleştirmesini sağlamak için gerekli motivasyonu sağlamaya yeterli olmalı.
Yanlış değil, gerçekten de yeterli…
* * *
Hepimizin insan olmasını sağlayan başlıca varlık, esasında elle tutamadığımız ancak belleğimizde çokça hacim kapladığını bildiğimiz ‘duygu’lar.
Duygu, insanın insanlığı… Ona hayatın temelini, iyiyi ve kötüyü, öğreten, duygulardan ibaret. Onun zayıflığı da gücü de bu.
İnsan hareket etmek için bile bir duygunun yaratımına ihtiyaç duyuyor. Hatta ihtiyaç duymak dediğimiz şey bile duygu sınıfına girer.
Türkçe’nin güzelliği, ikisinin de aynı kökten türemesinde yatar.
* * *
İnsanoğlu neden duygularına muhtaçtır? İnsanoğlunu insanoğlu yapan şey neden duygulardır? Bunlara girmeye gerek yok. Yalnız çalışmak gibi günlük aktivitelerin en basiti ve uzunu bile koca bir duygu yumağından doğar. Yarının felaketlerini yaşama korkusu da yarının getirmesi muhtemelen güzelliklerine dair isteğimiz ve umudumuz da birer duygudan ibarettir.
Ve yalnız bu yüzden çalışırız. Yılların alışkanlıklarının getirdiği zorunluluk yükü, insanın hislerinin sesine kulak vermesine engel olsa da korku ve umudun varlığını duymak mümkündür.
Bir baba evlatlarına bakmak için çalışır. Eğer çalışmazsa onların aç kalacağı, başını sokacak bir dört duvar bulamayacağı gerçeğiyle yüzleşmemek için çaba gösterir. Genç ve belki umarsız kişi son saniyeye dek çok az emek verse de umudun sesine daima kulak vererek bir gün zengin olacağı sanrısıyla yoluna devam etmeye uğraşır.
İkisini de ileri iten duygulardır.
* * *
Çok övülen ve dünyayı yarattığı söylenen ‘fikir’ ise, duyguların yardımı olmaksızın bir hiçtir. Beyaz yakalının önüne koyulan ve ilerisi için zengin olma fırsatı yaratacağı söylenen ‘iş fırsatlarını’ elinin tersiyle itmesi bundandır. An itibariyle onu harekete geçmeye zorlayan bir korku olmadığı gibi vadedilen ödülün belirsizliği tam tersi bir etki yaratmaya muktedirdir.
O fikir, söylenip unutulan ve kalbin değil zihnin bir köşesinde unutulmaya mecbur bırakılan birkaç cümleden ibaret kalır.
Kalbe girense, hatırlanmak istenmese de unutulmaz.
* * *
Durum bundan ibaretse, insanı harekete geçiren veya durduran tek güç fikir değil de duygunun bizatihi kendisiyse soru şudur:
Siyasi, kalbe mi akla mı hitap etmelidir?
Kazananların ve kaybedenlerin vaatleri arasındaki devasa uçurum, kazananların ve kaybedenlerin memleketi yönetmek üzerine yarattıkları planların detayları arasındaki fark incelendiğinde, cevabı bulmak zor değildir.