AKP Genel Başkanı Erdoğan metafor kullanmayı seven ve gemi metaforunu sık sık kullanan politikacılardandır, kabine toplantısından sonraki konuşmasında gene bu metaforu kullanarak “Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız. Su alırsak hepimiz boğulacağız.” Dedi…
Önce şunu söylemek lazım en azından ideolojik olarak hepimiz aynı gemide değiliz! Bazılarımız Mustafa Kemal’in Bandırma vapurunda, rasyonel aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş ve aydınlık bir geleceğe giderken, bazılarımız Vahdettin’in kaçtığı Malaya zırhlısında nasa takılıp ortaçağ karanlıklarına doğru gidiyor, ülkedeki temel çatışmada bu zaten. Bu yüzden hepimiz aynı gemideyiz benzetmesi en azından ideolojik açıdan hiç de doğru değil.
Gemi metaforunu Erdoğan’ın ideolojik açıdan değil de hepimizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ortak menfaat ve tehditleri paylaştığımızı kast etmeye çalıştığı açısından ele alırsak burada da sorun var.
Aynı gemide olmamız aynı hak, özgürlük ve menfaatleri paylaşmamız, hatta aynı tehditlere muhatap kalmamız anlamına gelmiyor.
Bir benzetme de bizim yapmamız gerekirse; bu gemide kimi forsaya çakılı kürek mahkûmu, kimi forsaların sırtında kırbacını şaklatan gardiyan, kimi dümende, kimi de kaptan köşkünde gemiyi yürütüyor. Kimi birinci mevkide yolculuk edip, havyar ve şampanya götürüyor, kimi gemi ambarında farelere dans ediyor. Dahası kimi kötü niyetli, korsan emelli kişiler bilerek gemiyi kayalara sürüp batmadan evvel filikaya atlayıp kaçarak sonradan batan geminin mallarını yağmalamak derdinde.
Bizim itirazımız işte bu gemideki adaletsiz düzene ve tehlikeli gidişata, üstelik sadece kendi derdimizde de değiliz, sadece kendimizi kurtarmaya da uğraşmıyoruz, gemideki herkes adil ve özgür bir düzende, emniyet ve refah içinde yaşasın istiyoruz…
Bizim itirazımız iktidar sarhoşluğu ile kontrolünü kaybeden kaptanın dümeni liyakatsiz ellere teslim ederek gemiyi fırtınanın göbeğine, kayalık ve tehlikeli sulara sürmesine. Böyle giderse gemi batacak, herkes boğulacak diyen biziz ve bizleri susturmaya, sesimizi kesmeye çalışanlar ise onlar.
Bizim itirazımız gemi felakete giderken siz kaptan köşkünde vur patlasın çal oynasın, benden sonra tufan diyerek yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda döke saça tıkınırken forsalara kuru ekmek, kurtlu suya şükredin diye öğüt vermenize.
Bizim itirazımız kaptan bak harita var, pusula var, barometre var, bilimsel yöntemleri kullan fırtına geliyor, ufukta kayalar, tehlikeli sular var dediğimizde kaptanın pusulayı, bilimi bırak nas var nas, nasa bak demesine.
Bunlar kimse itiraz etmesin, kimse lafları üstüne laf söylemesin, dedikleri dedik öttürdükleri düdük olsun istiyorlar.
Bu manada aynı gemide olduğumuz için bu uyarıları yapıp gemiyi kurtarmaya çalışıyoruz ama aynı gemide olmasak dahi sırf insaniyet namına o geminin batmasını engellemeye, içindeki insanları kurtarmaya çalışırız.
İşin bu benzetme yanını bir kenara bırakıp somut gerçeklere gelirsek; Erdoğan bu benzetmeyi konuşmasında sarf ettiği “Vatandaşlarımızdan ve iş dünyamızdan tek ricam, kendi ülkelerine ve kendi paralarına güvenmeleri. Tasarrufları kendi paramızda yaparken döviz ve altın gibi alternatiflerdeki kazanımlara karşı koruyacak her türlü mekanizmayı oluşturduk. Artık hiç kimsenin parasının değerinden endişe ederek dövize ve altına yönelmesi için sebep kalmamıştır.” sözlerini destelemek için kullandı.
Peki, Erdoğan’ın bu iddiası gerçekçi mi?
Elbette hayır Erdoğan’ın bir taraftan söz ve eylemleri ile ekonomideki güven ortamını dinamitleyip havaya uçururken diğer yandan güvenin demesi harbiden tuhaf kaçıyor.
Güven çok zor inşa edilen ama kolayca kaybedilen bir duygudur. Bu gün ülkede güven duygusu tamamen kaybolmuştur ve bunun da baş sorumlusu Erdoğan’dır ve bu yüzden de herkes gemisini yürüten kaptan moduna girmiş, kuyruğunu kurtarma derdine düşmüştür.