6 Şubat 2023 tarihinde, 10 ilimizi vuran ve binlerce insan kaybına neden olan 7.7 ve 7.6 şiddetindeki iki depremle ilgili olarak, gazetem Sonsöz’ün10 Şubat 2023 sayısında yazdığım yazının başlığı, “DEPREMLERE NEDEN OLAN veya ACIMIZI ÇOĞALTAN İÇİMİZDEKİ DEPREMLER…” idi.
Yazıyı, Gazeteme gönderdiğim 9 Şubat sabahı, yitirdiğimiz insan sayısı 12 bini geçmişti. Daha sonraki bir hafta içinde, Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adıyaman, Adana, Diyarbakır, Kilis ve Şanlıurfa’da yitirdiğimiz insan sayısı 30 bini aştı, 35 binleri aştı. Biliyorum ki, hepimizde, yitirdiğimiz insan sayısının, canlı sayısının artması korkusu ve artmaması dileği var.
Neler yazmalıyız bu felaket karşısında, kimi veya kimleri suçlamalıyız? Yazılacakların veya birilerinin suçlanmasının yararları olacak mı?
Her bölgeden, halkın içinden çıkan gönüllülerin, kamu görevlilerinin, televizyonların, gazetelerin, sosyal medyadaki güzel insanların çabalarını ve katkılarını gördükçe, içimde canlı tuttuğum umudumun büyüdüğünü, depremde canlarını yitirenleri, yaralananları, ailelerini, üzülenleri, enkaz başında, bir can kurtarmak için yaşamlarını tehlikeye atanları, malzeme, su ve yiyecek taşıyanları ve Tanrıya yalvaranları, içimdeki bu umudun kucaklamak istediğini hissediyorum.
Yurt dışından gelen yardımlar, arama kurtarma destekleri, insan soyunun içinde gerçek insanlık tarihini yazacakların bulunduğunun bir kanıtıdır. İnsanlar içinde, “iyi”leştirilmesi gerekenlerden daha çok “iyi”ler var. Zaten “iyi”leştirmeyi de o “iyi”ler ve gelecekteki “iyi”ler başaracak.
İyi ki televizyonlar var. Yıkılan binalara baktıkça, beton diye dökülen, kerpiç gibi dağılan duvarları gördükçe yüreğim sanki enkazın altına götürüyor beni. Bu satırları yazarken, tonlarca yıkıntının altında çok sayıda bebek, çocuk, genç, ileri yaşta, anne, baba olduğunu biliyorum. Haydi dayan dayanabilirsen, yaz yazabilirsen, oku okuyabilirsen.
Geçtiğimiz hafta da yazmıştım. Yıkıntıların arasında, acaba kaç köpek, kaç kedi, kaç kuş, kaç akvaryum balığı vardır kim bilir. Onlar da candır can.
Köyleri mahalleye çeviren, kentlerdeki çirkin, dayanıksız ve tehlikeli binaların benzerlerini köylerde de yapan güzel Türkiye’min insanları, keşke bu günleri görebilseydiniz, keşke bu binaları, kendiniz ve sevdikleriniz için birkaç günlüğüne, birkaç saatliğine de olsa mezar yaptığınızı anlayabilseydiniz? Tanrı aşkına, nedir kentlerde veya köylerdeki o binaların yıkıntılarının hali, avuçla ufalanabilecek gibi.
Türkiye, hiçbir yere, depreme dayanıklı olmayan bina, yol, köprü, işyeri yapmamalı. Nokta. Türkiye, tarım arazilerini, ormanlık alanları, deniz, göl ve akarsu kenarlarını asla betonlaştırmamalı, yapılandırmamalı. Bir nokta daha
Milyonlarca canın yitirilebileceği ve yaralanabileceği büyük bir depremin beklendiği İstanbul’a, bankaların ve kamu kuruluşlarının taşınmasına, on binlerce yeni depremzede adayı yaratılmasına son verilmelidir. Bir nokta daha.
Yetmez. Kanal İstanbul Projesi durdurulmalıdır. Şu cümleyi kullanmak için mühendis mi olmak gerekir. Hayır. Kanal İstanbul’un, bir deprem halinde İstanbul’a ve çevresine verebileceği zararı düşünmek bile çok korkutucu. Bir nokta fdha.
Dönelim 6 Şubat 2023 depremlerine. Hayır, hayır, hayır, hiç birisi bu şekilde ölmeyi, bu şekilde yaralanmayı, bu şekilde organ kaybetmeyi, günlerce aç ve susuz yıkıntılar altında kurtarılmayı beklemeyi, açlıktan ve susuzluktan ölmeyi hak etmedi. Biz de bu üzüntüyü, korkuyu, gücümüz yetmediği, olan gücümüzü de zamanında ve yerinde kullanamadığımız için duymamız gereken utancı hak etmedik.
Depremlere, kader planlaması veya kaderleri böyle imiş diyemezsiniz. Yaratan, küçücük yavrulara, doğduklarında bayram eden, depremde birlikte ölen çocuklara, annelere ve babalara böyle bir kaderi çizmez, böyle bir kaderi yazmaz, böyle bir kaderin planlamasını yapmaz, yapmaz, yapmaz. Hatta, belki de düzeni ve kuralları, kendisinin bile bozamayacağı şekilde koymuş da olabilir. Bilinmez. Bir gün bilinir mi, o da bugünlerden bilinemez.
İlginç olabilecek bir durum daha var. Madem bunlar kader, yazgı, o zaman inşaatların sorumluları hakkında neden soruşturma, inceleme yapılır, bazıları nasıl tutuklanır? Sadece, yer hareketi, toprak hareketi, deprem, fırtına ve benzeri doğal olaylar kader olarak algılanıyorsa, o zaman itiraz edilmeyebilir. Saygı da duyulabilir. Dünyanın döngüsü, oluşumu böyle denilebilir. Ancak, böyle doğal olayların yaşanacağını bile bile, üstlerine, yanlarına, içlerine dayanıksız binaları, yüksek yüksek beton, demir, cam yapıları, köprüleri, yolları yaparsanız, sizlerin hatalarından kaynaklanan felaketlere, ölümlere “kader” diyemezsiniz. İfade ve inanç özgürlüğünüze dayanarak “kader, kader planlaması” dediğiniz takdirde görüşlerinize saygı duyarım, ancak ben de karşı görüşümü, ötekileştirmeden, sözlü şiddet kullanmadan söylerim, yazarım. Üstelik, kader diyenlerden bana, karşı görüşlerime saygı duyulmasını da beklemem.
Ne beklerim? Saygısızlık, sözlü, yazılı ve başka türlü şiddet, saldırı, hakaret yapılmamasını beklerim. İnsanlık nitelikleri taşıyan zaten bunları yapmaz.
Size çok somut bir örnek vereyim. Mehmet Öztürk. Hatay Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Başkanı, Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı. Çok iyi bir dostum. Sporda demokrasi kahramanlarından biri. Kurucu Genel Başkanı ve 1980-95 dönemi Genel Başkanı olduğum Konfederasyon’da uzun yıllar birlikte de çalıştık. Mehmet Öztürk, eşi Fedva Öztürk’le birlikte, Antakya’da, depremin yıktığı binanın enkazı altında can verdi. Sabaha karşı saat 04.17 gibi. Bedenleri, depremden 8 gün sonra çıkarıldı. Ne kadar geç değil mi ve ne kadar büyük bir haksızlık. Yüreğimde büyük acı içinde merak ederim, sevgili Mehmet Öztürk ve eşi Fedva Öztürk, acaba depremin ilk saniyelerinde fazla acı çekmeden mi can verdiler, yoksa günler içinde açlıktan mı, soğuktan mı? Anında can vermediler, acıları, korkuları günlerce sürdü ise. Umutla bekledilerse. Enkaz altında kalan binleri de merak ederim, nasıl can verdiler?
Sadece Hatay’ın değil, Türkiye’nin ve insanlığın kişilik örneği olan Mehmet Öztürk’ün oğulları Metin ve Ali, kızları Ceylan ve Esra, ilk duyduklarında, sonrasında ve son durumu öğrendiklerinde neler yaşadılar, nasıl baş ettiler duyguları ile. Şimdi nasıllar ? Kaç yere bilgi gönderdim umutla, yönlendirmeye çalıştım ulaşabildiklerime Ankara’dan. Bu süreci hiçbirimiz hak etmedik. Böyle acıları kimseye “kader” diye tanımlayamazsınız.
Bu ülkeyi, bu süreci yönetenler, öncelikle, yitirdiklerimizin nasıl can verdiklerini keşke belirleyebilseler. Onları daha sonra, ancak gecikmeden toprağa emanet edebilsek.
Türkiye, yardıma koşan insanları ve örgütleriyle gurur duymalıdır. Türkiye, gurur duyulacak ve güvenilecek bu kadar insan gücüne sahip iken, iletişimde, örgütlenmede, demokraside, adalette, güvenlikte ve eğitimde neden böyle yetersiz kalıyor, çok iyi düşünmeliyiz. İlk başta sizler.
Ey insan soyu, ey “iyi”ler, ”iyi”leştirilmesi gerekenlerin senin ömrünü ve can verme biçimini belirlemelerine izin verme. İnsan eliyle belirlenen felaketlere, hak edilmemiş ölümlere ve kıyımlara, “kader” diyenlere inanma. Bu olayların ve ölümcül sonuçlarının, Tanrı’ya, Allah’a inancınla, inandığın dinle ilgisi olamaz. Tanrı, seni yaratan, melek dediklerimizi kundaktaki veya anne karnındaki bebekleri, çocukları, gençleri, ileri yaşlıları, hastaları, doktorları, polisleri, askerleri, gönüllüleri, anneleri, babaları, işsizleri, zam veya maaş gününü bekleyen emeklileri böyle öldürmez. O, yarattığı ve dünyaya gelmelerini sağladığı tüm canlıların, ömürlerini doğal olarak tamamladıktan sonra, aileleri, sevdikleri, geride bıraktıkları ile vedalaşarak ölmelerini ister. İnancım tam da budur.
Kader, doğmak ve ömrü tamamlayarak onurlu bir şekilde ölmektir. İnsanların neden olduğu uçak, tren, otobüs, gemi, maden ve benzeri kazalar, savaşlar, işgaller, bombalar, silahlar, seller, depremler, yangınlar, benim kaderim olamaz, sizlerin de.
Sevgili insan soyu, bir değil, bin kez düşün. Hangisini kullanırsan doğrudur, Tanrı, Allah, Rab, insan soyu, canlılar, cansızlar ve kader ilişkisi.