Bizim halkımız sık sık devleti kutsayan söylemlerde bulunur, yerli ve milli olmakla övünür, çok da milliyetçi ve yurtsever olduğunu iddia eder ve lakin eylem ile söylem çoğu zaman örtüşmez.
Açıkça söylemek gerekirse bizim halkımız devlete hiç mi hiç güvenmez, devleti her daim kendi menfaat, hak ve özgürlükleri açısından bir tehdit olarak görür. İşin açığı çoğu zaman da bu görüşte çok büyük bir haklılık payı da vardır.
Çok uzun yıllardır bu topraklarda devlet, halka hizmet etmek için kurulmuş bir tüzel kişilik yerine halkı kullaştıran, vesayet altına alan ve kendine hizmet ettiren bir kutsal devlet formunda hüküm sürmüştür.
Bu topraklarda devlet canı istediği zaman, canı istediği kadar vergi toplar, kişilere caza keser, arsasını, arazisini, toprağını istimlak eder, elinden alır ve üstelik harcamaları hakkında hesap verme sorumluluğu da taşımaz. Daha da kötüsü bunu da işin normali olarak kabul eder, herkesin de bu normali kabul etmesini emreder.
Sadece bu değil elbette kişinin dilinden inancına, terbiyesinden eğitimine, ne yiyip içeceğinden giyim kuşamından kadar devlet her konuda belirleyici olmak ister ve dayatmacı bir tavır sergiler.
Üstüne üstlük bu tavır yeni de değildir tarihi süreçte ve özellikle de Cumhuriyet’e kadar hep böyle olmuştur. Cumhuriyet bu tavrı oldukça törpülemiş olsa da özellikle bürokrasinin güçlü olduğu dönemlerde bu tavır tekrar su yüzüne çıkmıştır.
Bu tavrın tarihi süreçteki izlerini, bu temeldeki toplum düzenini eleştiren âşıkların duygularını, anonim ürünler arasında geçen:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı
dörtlüğü de açıkça gözler önüne sermektedir.
Osmanlıda ki vakıf uygulamasının yoğunluğu bile devletin müsadere uygulamasına karşı halk tarafından geliştirilen bir önlemdir.
Memleketimizde halk devlete güvenmediği için, hatta bırak güvenmeyi hak, menfaat ve özgürlüklerine karşı ciddi bir tehdit olarak gördüğü için kendince önlemler almaktadır.
Peki, vatandaş önlem alıyor da vatandaşın aldığı bu önlemler nelerdir?
Öncelikle vatandaş en çok da ekonomik hak ve menfaatlerini tehdit altında hissetmekte, sonuçta ekonomik faaliyet, gelir ve servetini devletten gizlemeye çalışmaktadır. Bu durumda çok yoğun bir kayıt dışı ekonomi fenomenini ortaya çıkarmaktadır.
Servet ve gelirinin aşırı derecede vergilendirilmesinden korkan halk bunları devletten gizleyebilmek için adeta kırk takla atmaktadır.
Daha da kötüsü herhangi bir ekonomik faaliyette bulunduğunda aşırı vergilendirileceğini bilen halk ekonomik faaliyetlerde bulunmaktan, iş yapmaktan da kaçınmaktadır.
Bu durum vatandaşın servetini yastık altında döviz ve altın olarak tutmasına ve yahut da gayrimenkul yatırımına bağlamasına yol açmaktadır. Daha yüksek varlık sahibi olanlar ise servetlerini yurt dışına çıkarmakta, bu sayede koruma altına almaya çalışmaktadırlar.
Devlete güvensizlikten kaynaklanan bu kısır döngü sonucunda öncelikle yatırım ve üretim darbe yemekte ve daha sonra ise kaynaklar ekonominin dışına çıkmaktadır.
Durum o kadar vahimdir ki insanlar döviz ve altınlarını bankacılık sisteminin dışına çıkarmakta ve tüm fiili risklere karşı kasalarda, evde, işyerlerinde tutmaktadırlar.
Ayrıca sorun bu kadarla da kalmıyor devletin bastığı paraya da kimse güvenmiyor bu para ile birikim yapmıyor, birikim için yabancı para ya da altın tercih ediyor. Bunun sebebi de elbette devletin canı istediği zaman enflasyonist politikalar uygulayıp, enflasyon yaratması paranın değerini ve satın alma gücünü düşürmesidir.
En temeldeki bu güven problemi demokrasiyi geliştirip, anayasal güvenceler oluşturularak çözülmezse Türkiye’nin ekonomik problemleri de hiçbir şekilde çözülemez.