GÜN BENDERLİ’den IRKÇILIĞA KARŞI GÜZEL BİR DERS

Yarın 21 Mart, “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü”. 1966 yılında Birleşmiş Milletler tarafından, 21 Mart...

Yarın 21 Mart, “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü”. 1966 yılında Birleşmiş Milletler tarafından, 21 Mart “Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü” olarak kabul edilmiştir. Amaç ırkçılığı kınamak ve gündemde tutmaktır.

30 Nisan 2022 günü “Nâzım Hikmet’ten Güzel Bir 1 Mayıs Anısı” adlı yazımı aldığım Gün Benderli’nin “Su Başında Durmuşuz” kitabından söz etmiştim. Yine adı geçen kitaptan alıntıladığım Gün Benderli’nin oğlu, Can Togay’ın başından geçen ve ırkçılığa karşı güzel bir dersi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Olayı hiç kesmeden ve tek kelimesine dokunmadan olduğu gibi buraya alıyorum. Çünkü bana göre o yaşta bir çocuğun bilinci ve Benderli’nin çocuğunu savunması çok çok önemli bir olay. ( Anlatacağım olay Gün Benderli’nin Belge Yayınları tarafından, Temmuz 2003 tarihinde yayımlanan “Su Başında Durmuşuz” adlı kitabının 1. Baskısının 406.sayfasında yer almaktadır.)

O dönemde Gün Benderli, Doğu Almanya’da çalışmaktadır. Oğlu Can ise Doğu Almanya’da bir okula gitmektedir. Bu okula Macaristan’dan gelmiştir. Burada bir öğrencinin; “Macarların hepsi çingenedir” sözüne karşılık Can’da “Almanların da hepsi faşisttir” deyince okulda olay olur. Anne okul idaresi tarafından okula çağrılır ve aşağıya olduğu gibi aldığım olaylar olur. Büyük bir zevkle okuyacağınızı düşündüğümden, yazıyı –biraz önce de belirttiğim gibi- tek kelimesine dokunmadan paylaşıyorum. İyi okumalar.

“Can ilkokulun dördüncü sınıfındaydı sanıyorum. Bir gün okuldan eve geldiği vakit bana, falanca gün falanca saatte okulunda müdüriyete gitmem gerektiğini ve yanımda bir tercüman getirmemin istendiğini bildiren bir yazı getirdi. “Ne oldu, ne var?” dedim. Önce, “hiç” dediyse de nasıl olsa öğreneceğimi fark ettiği için, sınıfta söylediği bir şey yüzünden öğretmenlerin çok kızdıklarını, derhal benimle görüşmek istediklerini, “Annem Almanca bilmez” dediği vakit, “O zaman bir tercümanla birlikte gelir” dediklerini söyledi.

Olay şöyle geçmiş : Ders sırasında, şimdi unuttuğum bir münasebetle (yanılmıyorsam, o sıralarda başlamıştı Macar misafir işçilerin Doğu Almanya’ya çalışmaya gitmeleri) Macar’lardan söz açılınca, sınıftaki öğrencilerden biri, “Macarların hepsi çingenedir” diyor. Ne yazık ki, “Çingene” sözcüğü, Macaristan’da da çok kez tanık olduğumuz gibi, bir hakaret, bir aşağılama anlamında kullanılırdı Demokratik Almanya’da da. Can bu lafı duyar duymaz yerinden fırlayıp, “Almanların da hepsi faşisttir” deyince önce sınıfın, sonra okulun altı üstüne geliyor. “Oğlum, nasıl söylersin böyle bir şeyi, burada birine faşist demenin ne demek olduğunu düşünmedin mi?” dedim, ama kızmadım aslında çocuğa. Çingene lafındaki hakaret ve aşağılamayı algılamış ve buna bir hakaret ve aşağılama ile yanıt vermek istemiş, bunun için de en uygununun “faşist” olduğunu düşünmüştü. 10 yaşında bir çocuktan bunun teorisini yapması elbette beklenemezdi.

Almanca bilmemem böyle durumlarda gerçekten sorun oluyordu. Bu durumlarda bana söylenecek olanlara karşı verilecek yanıtımın çevirisini hiç kimseye bırakmak niyetinde değildim. Şansıma Yılmaz gelmişti Leipzig’e ve elbette benimle birlikte okula gelmeye hazırdı.

Okula davet edildiğimiz gün geldi. Yılmaz’la beraber gittik. Müdürün odasına çıktık. İçerdeki manzara benim okul çağımdaki disiplin kurulu toplantılarını anımsattı bana. Ben hiç çıkmamıştım disiplin kuruluna, ama çıkanların anlattıklarını dinlemiştim. “Frau İmre’yi buyur ettiler. Ve yüzlerine dehşet ifadesi takınmayı ihmal etmeyerek meseleyi anlattılar. Ve Almanlara faşist demekten daha büyük bir hakaretin düşünülemeyeceğini vurguladılar. Ben yanıtladım. Yılmaz çevirdi. Kuşkusuz kendisinden de ekledi bir şeyler. Belki her zaman olduğu gibi, benim sert tavrımı yumuşatmaya çalıştı. Başardı da. Benim, oğlumun bu tepkisini gayet yerinde bulduğumu, kendisinden faşist ya da çingene şeklindeki “saldırılar” arasında da ağırlık farkı yapmasının istenmeyeceğini söyleyip, “Macarlar çingenedir” diyen çocuğun ailesini neden okula çağırmadıklarını sorarak, belki de sertleştirdiğim havayı Yılmaz, özüne uygun ama kendine has yumuşaklıkla çevirdi Almanca’ya. Çingene diyen çocuğun ailesini neden çağırıp ikaz etmediklerini herhalde ben söyleyinceye kadar pek düşünmemiş olacaklar ki, o zaman bu işin kendi yorumladıkları kadar basit olmadığını hisseder gibi oldular. Bence tam yeri gelmişti yasakları çiğnemenin. “Kaldı ki” dedim, “T. İmre Jan, Macar değil, Türk’tür. On yaşının verdiği olanaklarla Macarları savunurken, başka milletleri aşağılama ve milliyetçilik değil, enternasyonalizm örneği vermiştir”.

Müdür ve yanındaki öğretmenler bu söylediklerimden sonra yalnız şaşırmakla kalmayıp biraz da utandılar.”

On yaşındaki Can’ı ve onu böylesine güzel savunan annesi Gün Benderli’yi kutluyor, bol okumalı günler diliyorum hepinize.