Hayat sürprizlerle dolu ya… Bir anda bi’şeyle karşılaşıyorsunuz ve çok şey devriliyor zihninizde. Doğru ne, yanlış ne… İyi ne kötü ne… Güzel ne çirkin ne… Derken… Bir ilgisizlik, belirsizlik belirtisi oluşuyor.
Sana ne…
Bana ne…
Ona ne…
Oysa her şey herkese göre…
Neden mi? Şundan:
Hayat benim dostum o dem sana ne
Senin olan senin ondan bana ne
Senden, benden ayrı gayrı ona ne
Öyle deme cana can gerek dostum
Bunu niye anlattım ve bir dörtlükle formüle ettim? Bilmiyorum! Ancak şunu biliyorum…
Yıllar önceydi…
Pirdaş bir gün, “Gel bir dostu ziyaret edelim” deyince reddedemedim.
Merakımı yenmek için “kim” diye sordum.
“Medyum” dedi!
Yurdum insanının ‘onaylatma’ refleksini gösterdim:
-Medyum mu?
-He, medyum…
-Fala mı bakıyor?
-Yok, hale bakıyor!
-?!
-Yanına gelen ne haldeyse ona göre işlem yapıyor…
-Anladım…
Anlamamışım!
Anlamadığımı büronun önüne varınca anladım!
Tabelada, “Gizli İlimler Merkezi” yazıyordu.
Pirdaşın beni aydınlatacak bilgilerine erişebileceğim soruları sormama fırsat kalmadan kapı açıldı, girdik içeri.
Faklı bir ilim…
Sohbet sırasında anladım ki tüm dinlerin en zor anlaşılan yanlarını; kader gibi, üzerine çok söz etmenin mümkün olduğu bilinmezlikleri; yanımızda taşıdığımız fakat farkında olmadığımız el içi çizgilerini okuyan ve bunlarla kişilik analizi yapan, eş ve yaş uyumu sağlayan bir ‘ilim’ imiş…
Ben, ‘siyasiler bu ilimle donansa ne de kolay oy devşirirler’ diye düşünürken, sohbet hoş/beşe evrildi.
Sır diye unuttuk
Medyumun işleri iyiymiş.
O dönemde biz çalışmamızın karşılığı olan maaşımızı alamazken ‘iyi kazanıyorum’ demesi büyük nimetti!
‘Sır’ olsun diye çok şey anlattı, unuttuk!
Demem o ki…
İnsan her gördüğünü, her duyduğunu anlatamaz ama anlatmak istediklerini farklı bir yolla, farklı bir dille anlatabilir. Anlatabilmeli.
O hesap;
Gizli ilimlerin ilimi varmış
Gizli çekim gibi filimi varmış
Hayat tek kale maç çalımı varmış
Kimisi bel kıran, kimisi gollük…