Gereğini yapmak gerek…

Bu kadar büyük hayallerle yola çık, tarihin en pahalı kadrolarından birini kur, başına futbol dünyasının en çok konuşulan teknik direktörlerinden Jose Mourinho’yu getir, sonra da sezon sonunda elinde koca bir sıfırla kal...
Sen kalk, Yusuf En-Nesyri’den Allan Saint-Maximin’e, Tadic’ten Dzeko’ya, Fred’den Amrabat’a, Talisca’dan Kostic’e, Skriniar’a kadar dünya çapında yıldızları bir bir topluca İstanbul’a getir. Üstelik bu kadronun başına da, Jose Mourinho’yu, sadece rAziz Yıldırım’ın vaadini, “Onlar konuşur, biz yaparız!” diyerek bir güç gösterisi yapacaksın. Ve sezon bittiğinde, ne ligde, ne kupada, ne Avrupa’da camiayı gülümsetecek bir başarın olmayacak.
Asıl dramatik olan ise, bu takımın ezeli rakipleri olan Galatasaray ve Beşiktaş’la oynadığı tek bir maçta bile üstünlük sağlayamayıp, taraftarın gönlünü bir nebze olsun ferahlatabilecek bir derbi galibiyeti dahi alınamamış olması.. Kadıköy’de Beşiktaş yenilgisi, yedinci yılını dolduran Ali Koç yönetiminin belki de en karanlık gecesi oldu. Tribünlerde yankılanan “istifa” sesleri, bir çağrıdan çok daha fazlasıydı: Bu, bir hesap kesimi, adisyon gibiydi.
Tabi ki, bu çöküşün tüm sorumluluğunu Ali Koç’un omuzlarına yüklemek doğru değil. Zira Jose Mourinho gibi kariyeri zaferlerle bezeli bir teknik adamın da, bu kulübün ruhuna, psikolojisine, iç dinamiklerine ne denli uzak olduğu ortaya çıktı. Mourinho’ya, Fenerbahçe’nin neyi temsil ettiğini, bu camianın yıllar boyunca nasıl yaralandığını, hangi sancılarla bugünlere geldiğini, her yönüyle anlatmak gerekiyordu. Hatta belki de ezberletmek...
Unutmayalım ki, işin bir de perde arkası var. Masa başı oyunları, hakem skandalları, kural yorumlarındaki çifte standartlar… Tüm futbol kamuoyu, Fenerbahçe’nin yalnızca sahadaki rakipleriyle değil, görünmeyen bir yapıyla da mücadele ettiğini görüyor, biliyor. Hatta bu tabloyu sağduyulu Galatasaraylılar bile çoğu kez itiraf ediyor. Ama ne yazık ki, bu ‘bahaneler’ Fenerbahçeli için geçerli değil.
Çünkü bu camia, her zaman düstur edinmiştir: “Fenerbahçe herkesi yene. Rakibini de, hakemleri de, düzeni de” Ama bu yıl, Sarı Lacivertli takımda çoğu maçta mücadele ruhu, isyan, ve özgüven... Bunların hiçbiri yoktu. Ve böyle olunca da, tribünün sesi de yükseldi. Taraftar dedi ki: “Bu forma bizim. Bu kulüp bizim. Bu nedenle sizden bir veda bekliyoruz.”

Kimi zaman vedalar, yeni başlangıçların habercisidir. Ama bu veda, her şeyden önce bir öz eleştiri çağrısıdır Sayın Başkan… Artık bu çağrıyı duymanın ve gereğini yapmanın zamanı geldi.
Kalın sağlıcakla...