Atatürk’ün gençliğe armağanı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramını törenlerle kutladık. Yapılan konuşmalarda, yayınlanan bildirilerde gençlerimizin ne kadar önemli olduğu vurgulandı. El hak, öylesine güzel sözler sarf edildi ki gözlerimiz yaşardı. Ama, aynı saatlerde kimi hükümlü, kimi tutuklu binlerce gencimiz, cezaevlerinde serbest bırakılacakları günü bekliyorlardı.
Gelin, gençlerimizin gerçek durumlarına ilişkin görüşlerimizi rakamlarla anlatalım.
Ülkemizin gençlerinin önemli bir bölümü, an itibariyle geleceklerine ilişkin hayal bile kuramıyorlar. Ekranlarda görüşlerini açıklayan gençlerimizin en başta gelecek kaygısı içinde olduklarını görüyoruz. Temel sorunların başında eğitim ve işsizlik yer alıyor. Kimi rakamlara göre 3 milyon, kimi tespitlere göre 5 milyon gencimiz ne eğitimde ne de çalışma hayatı içinde yer alıyor.
Birkaç meslek dışında, yüksek öğrenimlerini tamamlayan gençlerimizin tamamına yakını eğitimini aldıkları meslekler dışında istihdam ediliyor. Binlerce öğretmenimiz, binlerce iktisatçımız, binlerce mühendisimiz artık, marketlerde kasiyer ve reyon görevlisi olarak çalışıyor. Önemli bir kısmı ise restoranlarda, pizacılarda, kafelerde garson olarak çalışıyor. Motosiklet üzerinde hayatlarını tehlikeye atarak kuryelik yapanların sayısı da azımsanmayacak boyutlarda.
Ülkemizde 15-24 yaş grubunda 12 milyon 763 bin 159 genç yaşam mücadelesi veriyor. Bunların yüzde 16.3 işsiz. Yaş grubunu bir parça yükselttiğimizde ise durum çok daha vahim.15-29 yaş grubundaki gençlerimizin yüzde 25.7 sinin ne eğitimde ne de istihdam içinde yer almadığı artık saklanamayacak bir gerçek. Eurostat verilerine göre, bizi yüzde 22.4 ile Bosna Hersek, yüzde 18.4 ile Romanya, yüzde 17.5 ile Litvanya, yüzde 15.2 ile İtalya, yüzde 18.4 ile Sırbistan, yüzde 13.7 ile Estonya, yüzde 13.5 ile Yunanistan, yüzde 12.7 ile Güney Kıbrıs ve yüzde 12 ile Bulgaristan izliyor.
AB ülkeleri arasında en yüksek genç nüfus Türkiye’de, ama kayıp gençlikte en yüksek oranda yine ülkemize ait. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ne istihdamda ne de eğitimde yer almayan gençlerimizin oranını yüzde 22.9 olarak belirlemiş.
Her yıl gençlik ordumuza yüzbinlerce genç katılıyor. Ülkemizi yönetenler, tüm bu gençlere iş ve aş sağlamak zorundalar. Bakın, bu ülkenin vatandaşları, bu yılın ilk dört ayında, sanayide 271 bin 38 lira, günde 23 milyar 417 milyon 648 bin 511 lira, dört ayda 2 trilyon 810 milyar, 117 milyon, 821 bin 263 lira vergi ödemişler. Yine bu ülkenin vatandaşları bu yılın ilk üç ayında 15 milyar488 milyon lira trafik cezasını ödemek zorunda kalmışlar. Bu zaman diliminde, tüm kamu gelirleri 3 trilyon 346 milyar liraya ulaşmış.
Bunlar öyle hafife alınacak rakamlar değildir. Vatandaşlar üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyorlar ve bunun karşılığında ülkeye hizmet bekliyorlar. Ancak gelin görün ki durum çok daha farklı bir görüntü veriyor.
Bu yılın ilk dört ayında sadece 4.2 trilyon lira kamu harcaması yapılmış. Yine aynı dönemde yüzde 98.88 oranında artışla 742 lira faiz ödemesi gerçekleştirilmiş. Sadece son iki ay içinde Merkez Bankası döviz rezervlerindeki erimenin 60 milyar dolara yaklaştığı ifade ediliyor. Deve Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın hesaplamalarına göre bu kısa süre içinde 143 milyar dolarlık bir kayıp söz konusu.
Özetle;
Ülkemiz vatandaşları üzerlerine düşe görevleri layıkıyla yerine getiriyorlar. Tüm sıkıntılarına, tüm yoksulluklarına karşın vecibelerini gerçekleştiriyorlar. Ancak burada binbir zorluklarla elde edilen kaynakların heba edildiği görüyoruz. Ülkemiz ağır bir borç ve faiz yükü altında. Öncelikle bu ağır tablodan kurtulmamız gerekiyor. Bunun için de tek çıkar yol, vatandaşlardan beklenen “tasarrufa” kamunun da uymasından geçiyor. Bu yılın ilk çeyreğinde sadece taşıt ve uçak kiralamalarına 2.25 milyar, örtülü ödeneğe 5.36 milyar, haberleşme giderlerine 5.2 milyar lira harcanıyorsa bir tasarruftan söz edilebilir mi?
Dünya yapay zekayı, mercimek tanesi büyüklüğündeki mikro cipleri konuşurken biz halen “şöyle mi yapalım böyle mi yapalım” tartışmasıyla zaman geçiriyoruz. Binlerce gencimiz, daha rahat hayat koşulları ya da iş imkanları peşinden ülkemizi terk ederlerken, daha ne kadar günlük kısır tartışmalarının peşinden gideceğiz?