Hayal meyal hatırlıyorum Bardakçı’nın bu sözlerini, ‘Şarkta demokrasi olmaz’ demişti. ‘Çünkü bu gen yapımızla alakalıdır ve Türk milletinin genlerinde bu yoktur.’ Haklı bir önerme olmamasını Yüce Allah’tan istedikten sonra bu meselenin acı bir gerçek olduğu rahatlıkla fark edilebilir. Herhalde mesele gen yapımızla alakalı değildir ama gelenek… Gelenekle yakından bağlıdır ve gerçekten toplumlar geleneklerinin üzerine inşa ettikleri yeni davranış setleriyle yaşamlarını sürdürürler. Ne geleneklerinden kopabilirler ne de yeni yaşam tarzını tam manasıyla kabullenebilirler. Buradan çıkmanın tek yolu, ilerlemenin kanununu süreklilik arz edecek şekilde uygulamak ve geçmişin bağlarını geriye dönme imkânı vermeden kesmektir.
Devrimler, bu sebeple kanlıdır. Kanlı değilse bile serttir ve sert olmak mecburiyetindedir. Ve bizde bu olmuştur. Tarihin ilk çağlarından itibaren her daim farklı boyların birleşmesiyle inşa edilen Türk devletleri, merkezi otoriteyle beylerin bir arada karar aldığı organlara sahipken Osmanlı hanedanı 150 yıllık bir sürede kendisi dışındaki tüm öne çıkan ailelerin gücünü ellerinden alarak merkezi bir otorite inşa etmiştir. Selçuklu hatta Anadolu Selçuklu’ya dek uzanan güçlü yerel beyler Osmanlıların emri altında erimiş, Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te sadrazamlığı elinden aldığı Çandarlı ailesinin ardından yeni ve liyakatli bir soyun ortaya çıkması için tam 303 yıl beklenmiştir. Köprülülerin -Demokrat Parti’nin kurucusu Fuat Köprülü de bu ailenin bir üyesidir- sadrazamlık ve görev süreleri ise toplam 49 yıldır.
Kısaca, Osmanlı hanedanı kendinden başka güçlü Türk ailelerin yeşermesine izin vermemiştir. Ancak, tek bir hanenin tüm ülkeyi yönetmesi hem de orta çağ ve yakın çağ için kabul etmesi güç bir konuydu. Haberleşme ve ulaşımın hızı gereği, neredeyse her vilayet kendi içinde özerkti. Dünya, bu özerkliği bölgesel beylerin emrine verirken Osmanlı sultanları devşirme veya küçük yaşlarda toplanan istidatlı, sarayda yetişen valilere emanet etmişti. Böylece, ilerleyen dönemde kendi hanedanını kurmak isteyen Kavalalılar gibi birkaç soy dışında sadık ama köksüz valiler yoluyla memleket idare edilmişti
Gelenek böylece kırılmış hem güçlü sultanlara hem de o sultanların ordularını kumanda eden güçlü ailelere sahip Türk milleti, tek adamlara mecbur kalmıştır.
*
Osmanlı sultanlarının kullandığı bu valilik sistemi, dünyada eşi benzeri görülmedik bir örnek değildi. Yurtiçi meselelerin sulh ve anlaşma yoluyla çözülemediği ülkelerde her kral ülkeyi ‘ daha sonra güçlenemeyecek’ isimlerle beraber yönetmeye çalışırdı.
Bunlar, örneğin bir kontun hiçbir zaman iktidarı ele alamayacak en küçük oğlu olabilirdi ancak genellikle halk içinden çıkan yetenekli ama soylu olmayan kişiler ya da yabancı danışmanlar tercih edilirdi. İngiltere’nin çok parçalı yapısının bir sorun olduğuna hükmeden -o tarihte gerçekten de sorundur- ve 1044’te İngiltere tahtına oturan Edward, yabancı danışmanları tercih edenlerin başında gelirdi. 25 yıl kadar sürgün hayatı yaşayan Edward, bu süre zarfında birçok Normandiya sakiniyle tanışmış ve kendisi için bir kadro kurduktan sonra, kaderin de bolca yardımıyla İngiltere tahtına sulh içinde çıkmıştı.
Ancak bu yükseliş, görünüşteydi. Merkezi idare o denli kuvvet fakiriydi ki Edward, 1036’da kardeşi Alfred’e birçok işkenceler yapan Wessex kontu Godwin’in kızıyla evlenmek mecburiyetinde dahi kalmıştı. Ölmek üzereyken geride bir varis bırakamadığı için yine aynı kontun oğlunu, tahtına varis seçmişti. Kendi kardeşini öldürenlerle ittifak… Bu, kralın ne denli bir aczin içinde bulunduğunu gösteriyordu. Ve bu aczin içindeki bir ülkenin yok olmama şansı yoktu. 1066’da Normandiya Dükü I. William -Fatih lakabıyla anılır- Anglo-Sakson ülkesini fetheder. O güne dek kurulamayan, kurulsa da yalnız ticarette ve parada etkili olduğu için yönetimi sürdüren İngiliz tahtına kuvvetli bir ordu, merkezileşmiş bir siyasi irade ve özerkliği azaltılmış vilayetler hediye eder. Bugün İngiltere’nin en turistik ve tarihi yapıları olan devasa taş kaleler, yine William döneminde inşa edilmeye başlanır zira Anglo-Sakson milleti, her fırsatta Normanlara karşı ayaklanır.
Kaleler, hem bir güç gösterisi hem de askeri garnizonlardır. Ancak, başta söylemiştik. Gelenekler, yıkılması güç şeylerdir. İnsan, geçmişin yalnız güzel hatıralarını anımsayan canlılar olduğu için geleneklerden vazgeçemez. İyi olan her şeyi geçmişi yaratan geleneğe, kötüleri korkulan geleceğe ya da şu an mutsuz olunan yaşama atfeder. Bu sebeple, William’ın tüm çabaları boşa gitmese de yok olan Anglo-Sakson aristokrasisinin yerine Norman kontlar geçer. Ve İngiltere, çift ruha sahip bir döneme girmiş olur. İstediği kontu cezalandırabilen güçlü krallar ve bir araya geldiklerini kralı yok edebilen kontlar… Bu çatışma, en az yüz elli yıl sürecek ve iki tarafın birbiriyle yaptığı mücadelelerin galipleri sık sık değişecektir. Anlaşmanın ve diplomasinin ne denli kolay ve ne denli karlı olduğu anlaşılana dek…