FAKİR’in ZENGİNLİĞİ : ÖZYAŞAM (1)

11 Ekim 1999 günü 70 yaşında aramızdan ayrılan Fakir Baykurt, anılarını ve deneyimlerini “Özyaşam” adlı 8...

11 Ekim 1999 günü 70 yaşında aramızdan ayrılan Fakir Baykurt, anılarını ve deneyimlerini “Özyaşam” adlı 8 ciltlik kitabında toplamıştır. Bu yazımda “Özyaşam” öyküsünü 4 bölüme ayırarak sizlerle paylaşacağım.

“Bu bir yaşam. Özyaşam.

1929’da sıcak bir yaz günü Akçaköy’de başladı. Altmış beşi geçti, yüksek gökler altında, insanlar içinde; acı tatlı sürüyor.

Bugüne gelesiye elimde kalem, insanın, kuşun, kurdun halini anlatan romanlar, öyküler yazdım. Özellikle köylüleri, ağzı var dili yok kadınları anlatmaya çalıştım. Kendimi anlatmaktan nedense kaçındım. Yazarlık bana yıllar yılı bir “kamu görevi” gibi göründü. Kendimi yazmak bencillik olur sandım. Oysa kusurlarımla, erdemlerimle ben de bir insanım. Bu işe geçten geç yöneldim.”

Böyle diyor Fakir “Özyaşam” adını verdiği 8 ciltlik öz yaşamını anlatan kitabın 1. cildinin başına aldığı “Birkaç Söz” başlıklı yazısında. Yukarıda da belirttiği gibi öz yaşamını yazmaya 65 yaşında başlayıp 70 yaşında bitirdi. Yazmaya çalıştığı; deneyimleri, örgütçülüğü, yazarlığı ve tanıdığı yüzleri anlatmak hiçte kolay değildi. Kendi de bunun farkındaydı. Kendisiyle yaptığımız bir sohbette aklına gelenleri küçük küçük kağıtlara yazıp bir yerlere koyduğunu, yazılarını yazarken bu küçük notlardan çok yararlandığını söylemişti.

Redaktörlüğünü Feridun Andaç, yayıncılığını Oktay Şimşek’in yaptığı “Özyaşam” kitapları Papirüs Yayınlarından 1999 yılında çıkmıştır. 8 ciltten oluşan Fakir’in “Özyaşam”ı sırasıyla :

“1. Özüm Çocuktur 2.Köy Enstitülü Delikanlı 3. Kavacık Köyünün Öğretmeni 4. Köşe Bucak Anadolu 5. Bir TÖS Vardı 6. Genç Emekli 7. Sıladan Uzakta 8. Dost Yüzleri (Portreler)” adı altında yayımlanmıştır.

Bu 8 ciltlik “Özyaşam”ı yazmaya nasıl karar verdiğini de şöyle anlatır aynı kitabın 9.sayfasında : “İki yıl önce tanıştığım Ahmet Doğan arkadaşımla bir masaya oturduk, çay içiyoruz. Ahmet bir yayınevi kurdu, Türkçeden Almancaya çeviriler yayımlamak istiyor. Benim kitaplara da ilgi gösterdi. “Sen asıl Özyaşamını yazsan iyi olur! Çok ilgi çekici bir yaşamın var!” diyor bana.” Ve böylece 65 yaşında yazmaya başlıyor Fakir. Kitabı okuduğum zaman iyi ki Ahmet Doğan bu konuşmayı yapmış, biz de onun sayesinde Fakir’in bilemediğimiz birçok yönünü öğrenmiş olduk dedim kendi kendime.

Çocukluğunu ve köyünü anlattığı 1. cilt olan “Özüm Çocuktur” kitabı bizi Fakir’in çocukluk yıllarına götürür.

Köyünü, “Avcum kadar köy, yetmiş ev, 600 nüfus o zaman. Burdur 50, Yeşilova 30 km. taşıt yok, yol yok. Bu küçük köyde arpa boyu … büyüyoruz .” diyerek tanıtır. Köyünden askere gidip dönmeyenleri, şehit olanları da unutmaz. “Akçaköy çok oğlunu verdi cephelere. Gidenler gelmedi. Söndü sönüyordu köyümüz.” Şehit olanlardan birisi de amcası Tahir’dir. Kendisine şehit amcasının adı verilir doğduğu zaman. Babası Kara Veli’de 14 yıl askerlik yaptıktan sonra köyüne dönmüştür. Atalarının yörük olduğunu, keçi sürüleriyle köye gelip yerleştiklerini yine bu kitaptan öğreniyoruz. Bu yüzden eski sülale adları “Sarıkeçili, Karakeçili, Kızılkeçili…(s.33)” gibi isimlerle anılmıştır köyünde.

Fakir köyün yerleşik düzene bağcılık sayesinde geçtiğini, köyde bağcılığın çok önemli olduğunu belirtmektedir. “Kara Ahmet Pınarını geçtikten sonraki topraklara tümcek bağ diktiler… Acaba kaçıncı halkıyız Akçaköy’ün; bilmiyorum.” der köyü anlatırken.

Akçaköy’de koyun değil keçi beslenmesi tercih edilmektedir. Babası Kara Veli oğlu Tahir’e keçiyi şöyle anlatır: “Hazreti İbrahim keçi bulamamış, koç kurban etmiştir. Keçi eti mistir, kekik kokar. Koyun gibi sülüklü çayırlarda otlamaz, yere değmez dallardan beslenir.” Bu keçi sürülerini Tahir de gütmüştür. Köyün mallarını güdecekler köyün muhtarı ve azaların onay vermesiyle belirlenmektedir. Babası öldükten sonra, köyün mallarını gütmek için aday olur ve köy muhtarı tarafından bu görev kendisine verilir. Çünkü baba vefat etmiştir ve evi geçindirme görevi Tahir’e kalmıştır.

Köyün ilkokulu çok eskidir ve eski yazı okutulan dönemden kalmıştır. Yeni yazıya geçildikten sonra imece usulüyle çok güzel bir okul yapılmıştır. “İlkokul kırmızı kiremitli, kireç sıvalı yapısıyla köyümüzün kıyısında bir konak gibiydi. Büyüklerimiz onu köyün övüncü sayardı. Taş çekip, harç karıp kendileri yaptı, dağdan kerestesini bin güçlükle indirdiler. Şehirden gelen öğretmeni ciddiye aldılar. Bir dediğini iki etmedikleri gibi az beri kusurların da görmediler.” Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi Akçaköy okumaya önem veren ve o dönemde kendisine yol göstereni el üstünde tutan bir anlayışa sahiptir.

Fakir okumayı ve yazmayı çok sevmektedir. Çocukluğunda alışkanlık haline getirdiği ve ilerde öykü ve romanlarında kullanacağı küçük küçük notlar tutmaktadır. Okuduğu kitapları çağrılı olduğu yerlerde teatral bir dille anlatmaktadır. Bu yüzden “Gel şunu okuyuver dediler mi ağzımdan ballar damlata damlata okuyorum… Bugün de bize gel halam aman halam dediler mi kitaplarımı alıp koşuyorum. Evlerin kuş gözü kadar camı var, belki okumamdan çok canlandırmam önemli.” diye o günleri anlatıyor.

Çocukluğunda din konusunda en küçük bir baskı görmemiş Fakir. Annesi Elifçe kadın beş vakit namazını kılan, orucunu tutan bir kişidir. Ama çocuklarına namaz kılmaları, oruç tutmaları konusunda en küçük bir baskıda bulunmamıştır. O günleri; “Köyümüzün küçük dünyasında dinin varlığı yokluğu birdi sanıyorum… dinin açık anlaşılır hem de sevimli yanlarını almışız.” diye dile getirir kitapta.

Okumayı çok seven Tahir, okutulması amacıyla dayısının yanına gönderilir annesi tarafından. Ama burada okumaktan çok işe koşturulur. Eşeklerle su taşır, değişik işlerde ekmek parası kazanır.