Emeklinin Bitmek Tükenmek Bilmeyen Hayat Mücadelesi

Sevgili okurlarım,
Bu hafta sizlere içimi en çok yaralayan bir konudan söz etmek istiyorum. Yıllarca çalışıp çabalayan, bu ülkenin büyümesine omuz veren emeklilerimizin bugün nasıl görmezden gelindiğini… Sanki fazlalıkmış gibi kenara itildiğini… Kimsenin duymadığı bir sessizliğin içinde yaşam mücadelesi verdiğini hatırlatmak istiyorum.


Bir ömrü boyunca alın teri dökmüş insanların, bugün bir ev tutamadığı için otel odalarına mecbur kalması gerçekten çok acı. Kira ödeyemediği için banyosu olmayan, tuvaleti ortak kullanılan küçücük bir odada hayata tutunmaya çalışan binlerce emekli var. Koca bir hayat, birkaç eşyanın içine sığmış… Bir bavul, birkaç giysi, ilaç kutuları ve derin bir yalnızlık. Bu tabloyu görmek istemeyenlerin çokluğu ise insanı daha da yaralıyor.
Oysa bu ülkenin emeklisi asla bu durumlara düşmemeliydi. Dünyanın birçok ülkesinde emekliler yaşamlarının kalan yıllarını gezerek, görerek, huzurla tamamlıyor. Bizde ise aynı yaş grubunun böylesine zor şartlara mecbur bırakılması, yüreğimi acıtıyor. İnsan kendi kendine soruyor: “Nerede yanlış yaptık da bir ömrün sonu bu kadar kırılgan ve yorucu oldu?” Daha acısı, tüm bunlar yaşanırken kimsenin yüksek bir sesle “Durun artık” dememesi… ‘Halkımızı enflasyona ezdirmedik’ deniyor ama sokakta yaşanan gerçek, bu sözün çok uzağında duruyor.
Daha üzücü olan ise bazı bürokratların emeklileri bir yük gibi görmesi… Uzayan yaşam süresini, bir insanın daha uzun yaşamasının sevincini değil, bütçeye eklenen bir maliyet kalemi gibi yorumlayan bir anlayış hâlâ var. Bir insanın ömrünü rakama indirmek kadar acı bir yaklaşım olabilir mi? O rakamların içinde yılların emeği, alın teri, evlat büyüten eller, gece gündüz çalışmanın ağırlığı yok.


Bugün büyük şehirlerin ara sokaklarında, gün ışığını zor gören odalarda yaşayan binlerce emekli var. Televizyonun hafif sesiyle yalnızlığını bastırmaya çalışan, bir bardak çayı bile hesap ederek içen insanlar… Günün sonunda yatağına uzandığında aklından geçen soru hep aynı: “Ben bu hâle nasıl geldim?”
Yıllarca çalıştığı iş yerinin önünden geçerken içi burkuluyor çoğunun. “Bir ömrün karşılığı bu mu olacaktı?” diye içinden geçiriyor ama kimseye söyleyemiyorlar. Çünkü onlar güçlü olmak zorunda bırakılan bir kuşaktı. Bugün güçleri azaldığında bile kimseyi rahatsız etmek istemeyen insanlar hâline geldiler.


Emeklilerimizin yaşadığı bu durum sadece ekonomik bir mesele değil; toplumsal vicdanımızın nerede durduğunu gösteren bir gerçek. Onların yaşam alanları küçüldükçe, aslında bizim insanlığımız daralıyor. Bize emanet edilen bir kuşağa sahip çıkmayı başaramıyorsak, geleceğe dair kurduğumuz umutların da bir anlamı kalmıyor.
Oysa emeklilik bir insanın huzurla geçirmesi gereken dönemidir. Bir bardak çayı sakince içebilmek, torununu parka götürebilmek, akşam olduğunda “Yarın daha iyi olacak” diyebilmek… Bu kadar basit, bu kadar insani bir hakkın bile birçok emekliye çok görülmesi, hepimizin içini acıtmalı.


Ve sevgili okurlarım… Bu satırları yazarken anlattığım her hikâyenin ağırlığını derinden hissettim. Dilerim bir gün bu ülkenin yaş almış insanlarını böylesine hüzünlü şartlarda değil; huzurla, mutlulukla, değer görerek yaşadıkları günlerle anlarız. Bir ömrün sonunda kimsenin yalnız, çaresiz ve unutulmuş hissetmediği bir düzeni hep birlikte kurabiliriz.
Bu haftalık bu kadar… Gelecek hafta başka bir konuyla yeniden buluşmak üzere, kendinize iyi bakın.
Hoşça kalın.