Ekonomi ve Hukuk İlişkisi

Son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanan dalgalanmalar, artık sadece enflasyon, faiz ya da döviz kuru gibi teknik göstergelerle açıklanabilecek bir boyutun çok ötesine geçti. İngiltere merkezli saygın yayın organı Financial Times’ın hazırladığı kapsamlı analiz de bu durumu net bir biçimde ortaya koyuyor. Analize göre Türkiye’de yatırımcıyı en çok caydıran unsur, yüksek enflasyon ya da ekonomik belirsizlik değil; hukukun işlemediği bir düzende, siyasi baskılara maruz kalma endişesi.
Aslına bakarsak bu tespit şaşırtıcı değil. Uzun süredir Türkiye’de iş dünyasının, yerli ya da yabancı fark etmeksizin, “hukuki güvenceden” yoksun olduğu bir ortamda hareket etmeye çalıştığı biliniyor. İş insanlarının artık yalnızca ekonomik riskleri değil, politik konjonktürü de hesaba katarak adım attığı bir gerçek. Çünkü biliyorlar ki, iktidarla ters düşmeleri durumunda, hukuki değil, siyasi gerekçelerle hedef alınmaları mümkün.

“ENFLASYONLA YAŞARIZ, AMA HUKUKSUZLUKLA DEĞİL”

Financial Times’ın aktardığına göre ismini açıklamak istemeyen bir iş insanı durumu şöyle özetliyor: “Yüksek enflasyonla yaşayabiliriz ama yatırım yapmamızın önündeki en büyük caydırıcı unsur hukuk devletinin olmaması. Hükümetle tamamen uyumlu değilseniz, gelip sizi hedef alabilirler.” Bu cümle, Türkiye’de yatırım kararlarının artık ekonomik değil, siyasi güvenliğe göre şekillendiğini çok net biçimde ortaya koyuyor.
Yani burada sorun sadece piyasadaki dalgalanmalar değil; iş yapma ortamının belirsizliği. TÜSİAD gibi Türkiye’nin en köklü iş dünyası temsilcilerinin bile zaman zaman baskıya maruz kalabildiği bir ortamda, yatırımcı nasıl uzun vadeli plan yapabilir?

EKONOMİK ADIMLAR YETERLİ OLMUYOR

Elbette Türkiye’nin son iki yılda ekonomik anlamda attığı bazı olumlu adımlar var. Mehmet Şimşek’in yeniden Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine getirilmesiyle birlikte Ortodoks politikalara dönüş başlamıştı. Bu dönüş, başta piyasalar tarafından olumlu karşılandı. Merkez Bankası rezervlerinde toparlanma yaşandı, enflasyon oranı resmi rakamlara göre yüzde 75’ten yüzde 40’a kadar çekildi.
Ancak bu tür kazanımlar, hukuki güvenceden yoksun bir zeminde kalıcı olamıyor. Örneğin Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte ülkede sadece toplumsal değil, ekonomik düzeyde de büyük bir sarsıntı yaşandı. Piyasalar paniğe kapıldı, Merkez Bankası dövizi baskılamak için yaklaşık 50 milyar dolarlık rezerv harcadı. Bu, siyasi gerilimlerin ekonomik kazanımları nasıl kısa sürede riske atabileceğinin açık bir göstergesi.

ARTIK ESKİ MODEL İŞLEMİYOR

Analizde bir diğer dikkat çekici tespit ise Türkiye’nin uzun süredir uyguladığı “krediyle büyüme” modelinin artık işlemez hâle gelmiş olması. Ucuz kredi, düşük faiz ve inşaat odaklı ekonomi anlayışı, kısa vadede bazı rakamsal büyümeler yaratmış olabilir. Ancak bu yaklaşım ne sürdürülebilir ne de üretime dayalı. Ekonomistler bu durumu açıkça dile getiriyor: Türkiye’nin bu modeli tükendi.
Zaten Türkiye, “hukukun üstünlüğü” endeksinde 142 ülke arasında ancak 117. sırada yer bulabiliyor. Bu da ülkenin yatırım yapılabilirlik açısından uluslararası arenada yüksek riskli kategoride görülmesine neden oluyor.

YABANCI SERMAYE GELİYOR MU, GELMİYOR MU?

Haziran ayında Türkiye odaklı bazı yatırım fonlarına giren yabancı sermaye, ilk etapta umut verici gibi görünse de bu girişlerin “uzun vadeli” değil, “taktiksel” olduğu ifade ediliyor. Yani kısa vadeli kazanç fırsatları için gelen ve risk oluştuğunda hızla çıkan sermaye türü bu. Frankfurt merkezli DWS Investment yetkilisi Sebastian Kahlfeld’e göre, Türkiye ancak ekonomi politikalarında süreklilik ve hukuki güvencede güven tesis ederse kalıcı ve stratejik yatırımları kendine çekebilir.
Global Securities’ten Can Oksun ise yerli yatırımcıların dengesiz eğilimler gösterdiğini ama yabancı yatırımcının görece daha tutarlı davrandığını belirtiyor. Bu da Türkiye’ye hâlâ ilgi olduğunu, ancak bu ilginin kırılgan olduğunu gösteriyor.

SİYASAL BELİRSİZLİK EKONOMİYİ ZEDELİYOR

Financial Times’ın dikkat çektiği bir başka çarpıcı veri ise, son beş yılda Türkiye’de dört Merkez Bankası Başkanı ve üç Hazine Bakanı’nın değişmiş olması. Bu kadar kısa sürede bu kadar kritik görevlerin sıkça değişmesi, politikaların sürekliliği konusunda büyük bir güvensizlik yaratıyor. Özellikle para politikalarında öngörülebilirlik kaybolduğu zaman, Türk Lirası da daha kırılgan hâle geliyor.
Yani ekonomi sadece ekonomi değil. Türkiye’de artık ekonomi, doğrudan hukukun, siyasetin ve hatta rejimin bir yansıması hâline gelmiş durumda.

SONUÇ: EKONOMİK GÜVENİN TEMELİ HUKUKTUR

Türkiye ekonomisi bir süredir rakamsal değil, yapısal kriz yaşıyor. Ve bu krizin temelinde hukuk devleti ilkesinin zayıflaması yatıyor. Faiz, kur, enflasyon elbette önemli göstergeler; ancak yatırımcının asıl baktığı şey, güvenli bir ortamda iş yapıp yapamayacağı. Eğer bir ülkede hukuk siyasete göre şekilleniyor, yargı bağımsızlığı tartışmalıysa ne para kalıcı olur ne de kalkınma sürdürülebilir olur.
Financial Times’ın bu analizi, Türkiye’nin ekonomik geleceğini belirleyecek en kritik başlığın hukuk olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Ekonomiyi gerçekten düzeltmek isteyenlerin, önce hukuku düzeltmesi gerekiyor. Yoksa faiz düşse bile, güven gelmeyecek. Enflasyon azalsa da yatırım artmayacak. Ve Türkiye, potansiyelinin çok altında kalmaya devam edecek.