21 Temmuz 2023 tarihindeki “Bırakın, Bu İki Genç Yönetsin Türkiye ve Dünya’yı…” başlıklı yazımın ilk bölümlerinden bazı anımsatmalar yapmak istiyorum.
“Havada, suda ve toprakta, şiddetin çeşitlerini, boyutlarını artıran insan soyunun örnek alması gereken iki genci dakikalarca şaşkınlıkla, mutlulukla ve umutla izledim. Ankara’da, 13 Temmuz 2023 Perşembe, Metro’da, akşamın karanlığında, Koru’dan Kızılay’a gidiyorum.
İki genç. Bazılarımız iki kız, bazılarımız iki kadın diyebilir. Birisi, kot pantolonlu, kısa saçlı, kolları, omuzları ve sırtı görülebilecek şekilde giyinik. Diğerinden biraz uzun boylu. Diğeri, pantolonlu, dizlerine kadar uzanan bir elbise, başında örtü var. Ayaktalar ve sohbet ediyorlar. Yüzleri ay ışığı gibi parlak, gözleri ışıl ışıl. Birbirleriyle yaptıkları sohbet Kızılay’a değin sürdü. İkisini de kucaklamak geldi içimden.
Farklı giyim şekillerine baktığımda, aralarında başka farklılıkların da olabileceğini düşündüm. Elimde kanıt yok, farklılıkları ile ilgili, ancak giyim farklılığı bende böyle bir algı yarattı. İki gencin sohbeti inanılmaz derecede içten. Oturduğum yerden kalkıp kutlamak istedim. Ancak yapamadım.
Tren Kızılay’a gelince iki gencin birbirlerine sarılarak, kucaklaşarak ayrılmalarını görmeliydiniz.”
Yazımı okuyanlar ve inceleyenler anımsayacaklardır, bu iki gencin yöneteceği Türkiye ve Dünya’da, geçmişte ve günümüzde, hepsi de ağır şiddet suçu denilen bazı örneklerin yaşanmamış olacağını belirtmiştim.
Bu konudaki örnekler, öyle bir yazı ile dillendirilebilecek kadar az ve kısa süreli değil.
Bir gün yine karşılaşmayı veya iletişim kurmayı düşlediğim iki kadın gencimiz yönetseydi Dünya’yı, sevgi, şefkat, hoşgörü, saygı ve dostluktan beslenen yerin üstündeki gerçek cennette yaşıyor olurduk.
Merhamet ve barış kelimelerini kullanmadım bu satırda.
Neden mi? Kim kime merhamet gösterecek kadar diğerinden güçlü, farklı olabilir? Merhamet, acınası canlılara yönelik insan davranışı, acımanın bir çeşidi benim için. İnsan, hayvan ve çevre diye tanımladığımız canlılar niçin acınacak halde olsunlar ki. Niçin bazı insanların merhametlerine kalsınlar ki. Niçin, acımak, niçin merhamet? Neden, bazılarını acınacak veya merhamete gerek duyulacak hale getirelim ki.
Niçin barış? Savaşmayalım, vurmayalım, incitmeyelim. Bunları yapalım, sonra da barışalım, barış antlaşmaları, sözleşmeleri, barış tokalaşmaları gelsin, öyle mi.
Şiddet sonrası, hangi barış ve adalet kararları (!), yüreklerdeki, beyinlerdeki gözlerdeki ve kulaklardaki izleri yok edebilir? Kadınların, çocukların, annelerin, babaların, eşlerin, ah’ları, çığlıkları, dizlere, göğüslere, duvarlara vurulan avuçların, yumrukların sesleri gerçekten uzayda kayboluyor mu?
Canlı varlıkların, ölümlerinden sonra, hücre dediğimiz en küçük parçalarının Dünya denilen gezegende kaybolmadığına, bir başka varlıkta veya maddede şöyle veya böyle yaşamayı sürdürdüklerine inanıyorum. Buna gözyaşları da dahil.
Ah’lar, vah’lar, acılı veya mutlu çığlıklar, hıçkırıklar, alkış sesleri, şarkılar, türküler, ağıtlar nereye gidiyor, nerelere karışıyor acaba?
Bu iki gencimizin ve onun gibi insanların yönetmesi halinde duyamayacağımıza inandığım yalanların, iftiraların, hakaretlerin, tehditlerin, bombaların, kurşunların, gazların, copların, palaların, bıçakların, tomaların ve savaş uçaklarının, savaş gemilerinin, insanların ana yurtlarına, köylerine, kentlerine, evlerine bağırarak giren silahlı insanların sesleri tamamen yok oluyor mu, yoksa başka yerlere, başka seslere karışarak canlılıklarını, etkilerini sürdürüyor mu?
Aman Tanrım, sürdürüyorlarsa! Acaba, Dünya’da şiddetin bu kadar artması, bu kadar katılaşması, insanın bu kadar vahşileşmesi, geçmiş şiddet çeşitlerinin, havada, suda veya karadaki birikimlerinin patlamalarından, çarpan etkilerinden mi kaynaklanıyor?
Öyle ise işimiz zaten çok zordu, iyice zorlaşır.
Türkiye ve Dünya’yı, 13 Temmuz 2023 tarihinde karşılaştığım harika görüntüleri üreten iki genç ve onlar gibi gençler yönetirse, nereye gittiklerini ve ne olduklarını tam bilemediğimiz o şiddet sesleri olmayacağı için, şiddetin, havada, suda ve karadaki izleri belki zamanla silinir, doğal yaşamın kuralları ve gücü içinde. İnsan yok edince şiddeti, annelerin gözyaşları durunca, doğa eski izleri kanımca mutlaka yok edecek veya kütüphaneler benzeri bir yerde saklayacaktır. Hep söylerim, yazarım, bizler göremeyeceğiz, ancak binlerce, milyonlarca yıl geçse bile, şiddet mutlaka sonlanacaktır. İnsan soyu ile gelen şiddet, yine gerçek ve güzel insan soyu tarafından ortadan kaldırılacaktır.
Bu nedenle, örnek vermeye çalıştığımız iki genç gibi gençler, birbirlerini bulmalı, siyasal ve inanç farklılıklarını ölçü almadan, haklara uygun bir şekilde, köyden kente, ulusal ve uluslararası düzeyde örgütlenmelidir. Yetmez, şiddete şiddetsiz tepki kültürünün geliştirilmesi, iletişim, demokrasi, adalet ve güvenliğin sağlanması için halklar ve siyaset alanları yönlendirilmelidir. Onlar, danışma, karar, yürütme, izleme ve değerlendirme süreçlerine, tek kelime ile yönetime katılmalıdır.
Aynı anne ve babadan, aynı ırk içinde, aynı topraklarda doğmamış, aynı kültür ve yaşam biçimi içinde yaş almamış olabiliriz. Bu, kan bağımızın olmadığı, gönül bağımızı kurmada zorlanacağımız anlamına gelemez.
Bir de, genç derken, insanları asla rakamlar arasında değerlendirmiyorum. Her yaşta genç olunabilir. Önemli olan, insana, hayvana ve çevreye, şiddet üretecek duygularla değil, sevgi ile beslenen bir bedende canlı kalabilmektir.
Yazımı tamamlayıp bilgisayarı kapatınca, Aydınlıkevler Lisesi mezunlarının oluşturduğu 64. Yıl İletişim Ağı’ndan Ahmet Gemici arkadaşımızın bir video gönderdiğini gördüm. Videoda, ileri yaşta iki genç, bir kadın ve bir erkek, el ele sahneye çıktılar. Harika bir dans örneği sundular. Videonun altında “AGE is just a NUMBER” yazıyordu. Türkçesi, “Yaş sadece bir sayıdır, adettir, rakamdır, numaradır”.
Birlikteliğimiz, örgütlenmemiz, dayanışmamız, iletişimimiz, eğitimimiz, adaletimiz, demokrasimiz, gerçekten kavramlarına uygun olsaydı, herkes, her yaştaki genç olurdu. Örnek verdiğimiz iki genç gibi gençlerin yaşadığı bir yer olurdu ülkemiz ve Dünya’mız.
İki genç yönetseydi, ilgili ve yetkili bakanlıkları, Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Akbelen ormanlarında başlatılan ağaç kesimine haklı olarak karşı çıkan kadınların, annelerin ağlamalarını ve gözyaşı dökmelerini televizyondan acılar ve utanç içinde izlemezdim. Çünkü Akbelen’de ağaç, doğa ve hayvan kıyımları yaşanmazdı, şiddeti önlemesi gerekenler, anneleri, kadınları ağlatmazdı.
Bakar mısınız, Tarım ve Orman Bakanlığı var, tarım ve orman alanları yok ediliyor, topraklar, taş ve betonların altına hapsediliyor, ömür boyu beslendikleri kar ve yağmur sularından, Güneş ışığından, temiz havadan yoksun bırakılıyor, üstlerine yüksek binalar dikiliyor. Yine bakar mısınız, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı var, alın size, ülkemizin topraklarını, sularını ve havasını kirleterek, akıl ve vicdan dışı şiddet uygulayarak iklimi değiştirmek.
Akbelen’de, çevre şiddetine şiddetsiz tepki koyanların, oraların gerçek sahipleri olan annelerin, kadınların karşısına, başka annelerin dünyaya getirip büyüttüğü silahlı jandarmalar, polisler, tomalar çıkarılmaz, yuvalarını, yaşam alanlarını korumaya çalışanlara gaz sıkılmaz, annelerle ormanlık alan arasına jandarmalardan, polislerden adeta bir duvar oluşturulmazdı. Annelerin, kadınların gözyaşları ormanlara, dağlara yayılmazdı. Bu konuda yaptığım yazılı açıklama, gazetelerde, televizyonlarda ilk haberler arasında yer alırdı.
İnsan, hayvan, çevre-doğa ayırımı yapmadan canlı cansız tüm varlıkların dostu olan kahramanları sevgi ve takdirle selamlıyor, alkışlıyor, alınlarından öpüyorum.
Bırakın, bu iki genç ve her yaştaki gençler yönetsin, Türkiye ve Dünya’yı. Eğer, bu iki genç yönetseydi Türkiye Dünya’yı…