DEMOKRASİ, DİKTATÖRLÜK VE HAKARET

AKP Genel Başkanı Erdoğan grup toplantısında yaptığı konuşmada sözü Gezi Parkı eylemlerine getirdi, “9 yıl önce ağaç bahanesi ile çakılan kıvılcım bir anda bir kalkışmaya dönüştü. Bu eşkıyalar, bu teröristler adeta camilerin içini pisletti.

AKP Genel Başkanı Erdoğan grup toplantısında yaptığı konuşmada sözü Gezi Parkı eylemlerine getirdi, “9 yıl önce ağaç bahanesi ile çakılan kıvılcım bir anda bir kalkışmaya dönüştü. Bu eşkıyalar, bu teröristler adeta camilerin içini pisletti.

Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük. Bunlar için ulu mabet nedir, ne değildir, böyle bir şey yok “diye hakaretler savurdu.

Ben kırk yıla yakındır Türk siyasetini takip ederim, siyasi tarihimiz boyunca seviye hiç bu kadar düşmemiş, hakaretler hiç bu kadar havada uçuşmamıştır.

Öncelikle bu üslubu ve kullandığı sözcükleri en şiddetli bir şekilde kınıyorum. Kendisi hakkında bu sözcüklerin küsuratı kullanıldığı zaman yeldir yepelek yelken kürek mahkemeye koşup hakaret davası açan bir politikacının cumhurbaşkanlığı zırhı arkasına saklanarak “sürtük” gibi ağır bir ithamla insanlara hakaret etmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.

Görünen o ki oy oranı düşüp, seçimler yaklaştıkça Erdoğan’ın sinirleri bozuluyor, korku aklını başından alıyor, ağzından çıkanı kulağı duymuyor.

Oysa demokrasilerde sandıkla gelen sandıkla gider ve isterse siyasete devam eder istemezse etmez. Rahmetli Demirel, Erbakan ya da Ecevit kaç kez gitti kaç kez geri geldi değil mi? Demokratik rejimlerde seçim kaybetmekten ve sandığa gitmekten korkulmaz.

Bakın Kurtuluş savaşı kahramanı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarının en önemli isimlerinden olan 2. Cumhurbaşkanımız CHP Genel Başkanı İsmet İnönü seçimleri kaybetti. Kaybedince gitti muhalefet lideri olarak da siyasete devam etti, saygınlığı ise hiçbir şekilde zedelenmedi.

Diktatörlüklerde ise durum böyle değildir çok farklıdır. Diktatörler sandıkla gelseler bile sandıkla gitmek istemezler, iktidarda kalabilmek için çoğu zaman suç, hatta insanlık suçu sayılacak iş ve eylemlere başvururlar. Sadece onların güç ve iktidar hırsı değil çevrelerini kuşatan ve iktidardan nemalanan çevreler de onları iktidarda kalabilmek için her şeyi yapmaya teşvik eder.

Bu yüzden de diktatörlüğe heveslenen her otokrat lider en derin kâbuslarında o koltuktan ineceği, inmek zorunda kalacağı ve hesap vermeye başlayacağı anı görür.

Diktatörlüklerde bir diktatör için kaybedilecek tek şey asla iktidar olmayacaktır, otokrat liderler iktidarları ile beraber servetlerini ve hatta özgürlüklerini bile kaybedebileceklerini bilir. Bir diktatör için iktidarı kaybetmesi halinde sadece servet ve özgürlüğünü değil canını bile kaybetme tehlikesi dahi bulunmaktadır.

Alman diktatörü Adolf Hitler, İtalya diktatörü Benito Mussolini, Sudan diktatörü Ömer El-Beşir, Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali, Irak diktatörü Saddam Hüseyin, Romanya diktatörü Nikolay Çavuşesku, Libya diktatörü Muammer Kaddafi gibi diktatörlerin yaşamları siyasi tarihte diktatörlerin sonunu gösteren birer ibret olayıdır. Diktatörler ölünceye kadar iktidarda kalabilseler hiç iktidardan inmeseler dahi tarihe isimleri lanetle anılarak yazılır. Örnek Türkiye’de diktatör Evren, İspanya diktatörü Franco, SSCB diktatörü Stalin, Portekiz diktatörü Salazar ölene kadar iktidarda kalmayı başarabilmiş oldukları halde adları lanetle anılan diktatörlerdir. Bir siyasetçinin bu tarihi yaşanmışlıkları dikkate alarak hiçbir şekilde diktatörlüğe heves etmemesi, demokratik rejimde iktidar olarak tarihe adını şanla şerefle yazdırmaya çalışması gerekir.

Demokratik ülkelerde iktidarın el değiştirmesi son derecede olağan bir şeydir, hemen hemen asla şiddete, gerilime yol açmaz, iktidarı kaybeden lider, parti ve kadrolar muhalefete geçer siyasete ve siyasi yaşamlarına devam ederler.

Demokratik ülkelerde bağımsız ve tarafsız bir yargı gücü olduğu, hukuk sistemi işlediği için siyasilerin suç işlemesine ya da suçların çok vahim boyutlara ulaşmasına kolay kolay izin verilmez, işler büyümeden zamanında yasal olarak müdahale edilir. Bu yüzden de iktidar değişiklikleri siyasiler üzerinde bir korku ve tehdit yaratmaz.

Türkiye bir demokrasi olarak kuruldu bu yüzden de Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurucuları Türk Milleti tarafından bu gün minnet ve sevgi ile anılmaktadır. Bu kuruculara hakaret eden üç beş marjinal meczup dışında bu isimlere yönelik bir nefret duygusu yoktur.

Demedi demeyin; Cumhuriyetimiz 100. Yılını devirmek üzere, bu saatten sonra kimsenin demokrasiyi bırakıp otokrasiye yönelmesi, Cumhuriyeti yıkıp diktatörlük kurması mümkün değildir.