Dayanışma ve korumacılık feodal bir davranış biçimi mi ya da sosyal bir yaklaşım mı?
Toplumlar oluşurken, kendileri için gerekliliklerini de beraberinde yaratırlar. Gelişmiş kapitalist toplumlardaki insan ilişkileriyle gelişmekte olan toplumlardaki insan ilişkileri farklılık gösterir.
İlkel komünal toplumdan kapitalizme kadar katedilen zaman yolculuğunda çok şey değişmiştir. Kapitalizme yaklaşılan her adımda insan ilişkileri de bireyselleşmeye bir adım daha yaklaşmıştır.
Burjuva demokratik devrimini tamamlamış ülkelerdeki insan ilişkileriyle gelişmekte olan ülkelerdeki insan ilişkilerini aynı kefeye koymak elma ile armudu aynı çuvala koymak gibi bir şey olur kanaatimce. Sosyalizmden söz etmiyorum, çünkü sosyalist sistemle yönetilen bir ülke yok Küba’dan başka, o da çok farklı yorumlarla yüz yüze gelmekte.
Bireylerin, işine geldiğinde gelişmiş ülkelerdeki insan ilişkilerini örnek göstermesi, işine geldiğinde ise gelişmemiş toplumdaki insan ilişkilerini örnek göstermesi kendiyle çelişmektir.
Elbette özgürlük her birey için vazgeçilmez bir istektir ama kendi özgürlüğünün sınırını nerede başlatıp nerede bitireceği özgürlük anlayışına bağlı kişinin. Kültürel olarak gelişmişlik düzeyi, bu sınırların çizilişinde önemli faktör.
İnsanın karşısındaki bireyin sevincine, kederine ortak olması en doğal ve insani duruş/davranış biçimidir. Başına bir şey geldiğinde dost üzülerek, düşman sevinerek zaten oh ya da vah der.
Bir taraf, “ kadın erkek ilişkisi ile ilgili kısmı cımbızla çekerek” bu davranışın adını kıskançlık koyar, diğer tarafta, korumak kollamak dayanışma refleksi/düşüncesi koyar.
Aslında, bu iki düşüncede de çoğu zaman göz ardı edilen bir şey vardır. Her konuda dayanışmanın/korumacılığın doğruluğuna inanan akıl, “kadın erkek ilişkisindeki korumacılığa ya da dayanışmaya gelince bunun adını baskı koyar, kıskançlık koyar. “Bu ne yaman çelişki” demek gerek.
Dayanışma düşüncesi ve yardımlaşma duygusu bizim toplumumuza ve gelişmekte olan ülkelerin kültürlerine has bir özelliktir. Borç almak, borç vermek, köylerde kasabalarda imece usulü iş yapmak, bir yere giderken çocuğunu komşuya emanet etmek, evinin bir anahtarının da komşuda bulunması vs. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünde vücut bulan içeriğin tam da kendisi yardımlaşma duygusunun iliklerimize kadar sirayet etmesi.
Gelişmiş toplumlarda bu tür ilişkilere rastlamak mümkün değildir çünkü sosyal devlet anlayışı ve bireysellik özümsenmiş durumdadır. Bırakın komşunun komşudan bir yardım beklemesini; Kardeşin kardeşten, eşin eşten bile bir şey beklemesi çoğu durumlarda söz konusu değildir.
Atasözlerimiz arasında güzel bir söz var. “Nalıncı keseri gibi kendine yontmak” sözcük karşılığında; yaptığı işlerde hep kendi çıkarını düşünmek diyor. Aslında rende gibi olmak gerek, bir sana bir bana. Daha başka bir deyimle empati yapmak. Karşındaki kişinin yerine kendini koymak.
Bir Kızılderili sözünde şöyle der: “Beni yargılamadan önce, benim mokasenlerimle dolaşmalısın” Mokasen: Kuzey Amerika'da Kızılderililerinin giydiği deriden yapılan, tek parça ayakkabı çeşidi. Bağsız, kısa ökçeli ayakkabı. (Makosen/Mokasen)
Bu aynı zamanda empati yapmayı da öğütleyen bir sözdür. Her konuda kendimizi haklı çıkarmak için çaba sarfetmek yerine, adil olmak, olayları kendi içinde objektif olarak değerlendirmek hem kişiye hem de yaşadığı topluma değer katacaktır. Diğer türlüsü kişiye, yükselen egodan ve bireysel çıkarcılıktan başka bir şey kazandırmayacak.
Konumuzdan daha fazla uzaklaşmadan bir cümle ile yazımı bitireyim. İlişkilerinde her insan doğrunun ve yanlışın farkına varır, derinliğin kavrar. Ancak doğruyu yapmak ve adil olmak gelişememiş toplumlarda oldukça zordur. Matematikte sağlama yapar gibi empati yapmak bu işin en sağlıklı ve adil yoludur.
Yapmayan ya da yapamayanlara empati alışkanlığını geliştirmeleri dileğimle…