Aramızdan zamansız ayrılan Necdet Aracı’nın kitabı, Ikra eşi Hasbiye Aracı imzasıyla ve Dostum, mücadele adamı Ramazan Gezgin aracılığıyla bana ulaştı. Sırada okuyacağım başka dostlarımın kitapları vardı. Ancak konu Çaldağı olunca öncelik vermek zorunluluğunu hissettim. Necdet Aracı; derin uykusunda ışıklar içinde uyusun ve yattığı yer sıkmasın. Ban kitabın ulaşmasını sağlayan; Hasbiye Aracı’ya ve Ramazan Gezgin’e teşekkürlerimle…
Necdet Aracı; Mayıs 1952’de Manisa Turgutlu’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Turgutlu’da tamamladı. İlk öyküleri Attila İlhan döneminde Demokrat İzmir Gazetesi’nde yayımlandı. Sonraki dönemde, yine aynı gazetede Arif Arıkan adıyla şiirleri yayımlandı. Sonraki yıllarda yine Arif Arıkan adıyla, Çıkış, Yarına Doğru, Doğrultu, Soyut, Direniş, Militan, Kasaba Sanat, Esinti ve Sarmal Çevrim dergilerinde şiirleri yayımlandı. 2021 yılında aramızdan ayrılan yazar; geride, “Karıncanın Kardeşi Var” isimli öykü ve “Ikra/Çaldağı Gediz Destanı” isimli kitabını bırakırken aynı zamanda; tüm haksızlıklara ve doğaya yapılan talanlara karşı mücadele azmini, kararlılığını ve bilincini de bıraktı.
Ikra’dan alıntılar…
Alak/Ikra suresi: Yaratan rabbinin adıyla oku!
IKRA Çaldağı/Gediz Destanı olarak yazılmış bir kitap. Çaldağı özelinde doğa katliam girişimlerine halkın tepkisi, yaşananlar ve kazanımlar ele alınırken bir taraftan da Türkiye’de yaşanan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamından Gezi Parkı direnişine kadar pek çok konuya yer vermiş.
IKRA; Çaldağı’na, Gediz Irmağı’na, Gediz Ovası’na ve cümlesine atfedilmiş…
Tarihin derinliklerinden günümüze kadar destanlaştırılan kıyım ve doğa katliamlarını öylesine işlemiş ki Necdet Aracı, kitabın son sayfalarına geldiğinizde, bitmeseydi… demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kitabı okurken zaman zaman Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabını okuyor hissini yaşıyorsunuz. Yer, bitki, doğa betimlemelerinde ve kişilerin olayların içinde yer alışları tam bir ustalıkla yazılmış. Yerel dil anlaşılır ve akıcı bir şekilde işlenmiş. İmge, metafor ve ses uyumu; kitabın tamamını okuduğunuzda sizin hafızanızda, doğayı ve direnmeyi anlatan birkaç dizeden oluşmuş şiir tadı bırakıyor.
Elbette sadece doğaya, talana ve direnmeye dair düşünceden ibaret değil kitap. Bunların yanında gelenekler, yerel yaşam biçimi, insan ilişkileri, düğün, bağ bozumu ve geçim kaynakları ve işgalci kuvvetler dahil pek çok konuya parmak basıyor. Ayrıca bu bölgede pek çok yerin asıl isimleri de içeriklerine dokunulmadan anlatılıyor. Yukarıda yazdıklarıma dair bazı alıntılar yaparak yazımı bitirmek istiyorum.
…
Kuruldu sonra bilim sofrası oturup yazdı bunları mezuniyet tezinde.
O günden bugüne kalbinde onun devinip durdu, Çaldağı’nın Gedizin uğultusu.
Dahil edildi bu sebeple, Muazzez Hanım da heyete hem çekinmez diye kimseden, ağzı laf yapar diline çabuktur diye hemen.
Hem de Kütüphane müdiresidir Manisa’da
Taşıyıp böylece, kendi gurbetini kendi içinde, elindeki kitabın sayfasını çeviriyordu işte Muazzez Hatice; Bir dal koparıp Prometheus, Ferule ağacından gitti Lemnos Adası’na.
İlahi demirci Hephaistos’un yanaştı alevler fışkıran ocağına ve bir kıvılcım çaldı onun madenler eriten kızgın ateşinden.
…
Derin bir soluk alarak sonra Poslu Mestan, açtı ağzını yumdu gözünü;
-Dinle kaymakam; yaraladın dediklerinle yüreklerimizi. Hem kaçırdın topuzunu kantarın hem de besbelli ağzından çıkanı duymaz kulakların! Bak çan sesleri Kasaba’nın duyulur oldu Bozdağlar’dan bile! Ezanlar susmuş kaç zamandır görünmüyor şerefelerde tek müezzin! Ama herkesten fazla nedense senin avazın! Yedi düvel dediğin senin oylumunca yer yakar ateş olsa! Mavi beyaz kumaş mı alalım Kaymakam? Donatalım mı Kasabayı? Ve giydirip beyaz mavi fistanları salmalı mı önlerine gelinlik kızları? Karşılasın mı önce onlar, sömürgenleri ellerinde envaî çeşit çiçekleri?
Ve en mutena semtinde Kasabanın Konakönü’nde örneğin, Kaymakam Şakir Bey’in yaptırdığı etkilenip gür sesinden Çakıcı Mehmet Efe’nin Kızlar Mektebi’nde mi onları ağırlamalı kızlarla birlikte içindeki? Öyle de oldu sahiden Konakönü’nde sömürgenler kızlar mektebini beğendiler. Yerleştiler geniş gövdeleriyle bu eve.
Karşılamıştı tuz ekmekle/ sömürgen askerlerini/Kasabanın ileri gelenleri. Dokunulmasın diye kimseye/ tuz ekmek hakkı işin! /On beş gün geçince aradan ama/ bir söylenti Kasaba’da/ tevatür değil/duyuldu anında/kulaktan kulağa yayıldı/on beş gelinlik kız/astılar kendini birer birer/bağ damlarının sundurmalarına! /bilindi de sebebi/bilinmezden gelindi/sayıldı vakâ-yı âdiyeden.
…
Hıdır ile İlyas inerken gökyüzünden/burada buluşurlar/dibinde bir gül ağacının! Başlarlar usul usul serpmeye her mayısın altısında baharı toprağa (Yetmiş iki mayıs müstesna! /Altı mayıs yetmiş ikide çünkü/bir ile üç arası/gece yarısı/buluştular/Hızır Aleyhisselam/Ellez Aleyhisselam/ve gökyüzünde üç fidan!
Deniz hep öyle duruyordu/ve hiç konuşmuyordu. /Katrandı gözleri/gülüşü türkü. /belki Hüseyin idi/dünyanın en güzel şiiri/Kerbela’dan bugüne. /gül bulaşmış her nasılsa/ipekten mintanına. /Yusuf’un saçlarında hey/sanki kırlangıç sürüsü/alevden yelesi onun/gökyüzünün yıldızlı süsü. Bilenler bilir/epey geç geldi o yıl evvelbahar. /Olmasaydı eğer/Tanrı’nın değişmez kanunları/gelmeyecekti belki sonsuza kadar!)
Birer ağız mızıkası mı alsaydık kendimize/kaplamadan ortalığı metalik sesler; – Dağılın lan dağılın! Dağılın lan dağılın! Dağılın lan dağılın lan dağılın!
Ah o haziran şafağında/çiyler düşmemişken henüz çimenlere/kalkmış üç beş ağaç için/üç beş kişi/yekinmiş diğerleri de yerlerinden; – Parçasıyız aynı parçanın madem ki/kül sürmesin alnına analar. /- Karıncanın kardeşi var! /- Karıncanın kardeşi var! /- Karıncanın kardeşi! /Haykırmışlar bir ağızdan/şarkılar türkülerle/mangal yürekli kızlar/cesur delikanlılar; -Gelseniz de yedi düvel yeniden/çekmeyiz/çekmeyiz/çekmeyiz ayağımızı üzengiden!
Kurtulmuş böylece ağaçlar/ve ağaçlarla birlikte yaşayanlar. – Bildiniz mi dünya bir büyük bahçe/o behçede birer büyük bahçe her birimiz. /hem bahçesiyiz bu dünyanın/bahçıvanı hem de.