CUMHURİYETİN İLAN ŞEKLİNE YAPILAN TENKİTLER

Krizin sebebi 1921 anayasasıdır. Meclis Hükümeti formülünde Başbakanı ve bakanları Meclis belirlediği için işler aksamaktadır. Bu yüzden de 1921 Anayasası’nın ilk 5 maddesinin değiştirilmesi, millet hâkimiyetinin pekiştirilmesi gereklidir. Gazi Hazretleri cebinden çıkardığı 5 maddelik taslağı Meclis kâtibine veriyor ve 5 maddelik değişiklik taslağı mecliste okunuyor. Gazi Hazretleri konunun acele olduğunu, beklemeye tahammülü olmadığını söyleyerek kürsüden iniyor.

Değişiklik önergesi mebusların görüşüne sunuluyor. Plan adım adım ilerliyor. Niğde Mebusu Hâzım (Tepeyran) Bey, bunun bir Anayasa değişikliği olduğunu Grup toplantısında değil de Mecliste görüşülmesi gerektiğini belirtiyor. Ancak Anayasa komisyonu başkanı Yunus Nadi, “krizin hallini Reis Paşa hazretlerine bıraktık, o da bize bu teklifi getirdi, teklif edilen şekil ( yani cumhuriyet) zaten mevcuttur” şeklinde cevap vererek konuyu kapatıyor. Adliye vekili Seyyid Bey, teklif edilen şeyin yeni bir şey olmadığını, sadece 1921 anayasasının bir açıklaması olduğunu söylüyor. Ona göre “bu bir anayasa değişikliği değildir ve grupta konuşulmasının, karara bağlanmasının bir sakıncası yoktur”.

Oysa Halk Fırkası Grubu’nda alınan kararlar parti görüşü hüviyeti kazanıyor ve konu Meclis’e geldiğinde Parti Disiplini gerekçesi ile hiç kimse buna karşı çıkamıyordu. Ama artık “tek parti usulleri oluşmaya başlamıştı”.

Tasarı, Halk Fırkasında kabul ediliyor ve hemen arkasından Meclis salonuna geçiliyor. Mecliste görüşmelerin başlayabilmesi için önergenin Kanun-ı Esasi Komisyonu’ndan geçmesi gerekmekteydi. Komisyon henüz raporunu tamamlamamıştı. Bu yüzden komisyonun raporunu yetiştirebilmesi için Meclis’te diğer konuların görüşülmesine geçildi.

Yunus Nadi başkanlığındaki Anayasa komisyonu 15 üyeden oluşmaktaydı. Toplantı çok acele olduğu için üyelerden 4’ü toplantıya katılamamıştı. Toplantıya katılan 11 üyeden 4’ü ise Reisicumhurun aynı zamanda Meclis’e başkanlık edebilmesine izin veren maddenin anayasanın ruhuna uygun olmadığını düşünerek karşı oy yazısı hazırlamışlardı. Komisyonda muhalefet şerhi koyan bu 4 hukukçu üye kanun maddelerinin coşkulu görüşmeleri sırasında her nedense söz almayacaklar ve maddelerin tamamı planlanan şekilde, hiçbir fire vermeden aynen kabul edilecektir.

Böylece Meclis’te saat 19.00’da başlayan görüşmeler saat 20.30’da sona eriyor salonda bulunan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile sürekli alkışlar içerisinde Cumhuriyetin ilanı kabul olunuyordu.

Bu kabulle sadece Cumhuriyet ilan edilmekle kalmıyor ve seçilecek Cumhurbaşkanına hem meclis başkanlığı hem de Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek yetkileri de veriliyordu. Cumhurbaşkanlığına kimin seçileceği ise doğal olarak belli idi. Hiçbir kimse Gazi’nin karşısına çıkıp onunla yarışmaya kalkacak kadar idraksiz değildi. 15 dakika sonra saat 20.45’de Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 157 oyla Cumhurbaşkanı seçildiği Meclis İkinci Başkanı Çorum Milletvekili İsmet (Eker) Bey resmen açıklayacaktır. Tahminlere göre aday olmadığı halde bir (1) oy alan İsmet (İnönü) Paşa’ya bu bir oy bizzat Gazi Paşa tarafından verilmişti.

Lord Kinross bu seçim sonucunu şu şekilde değerlendirecektir:

“Mustafa Kemal uygun zamanı, sürpriz yaratacak taktiği ve üstü kapalı tehdidi bir arada ustalıkla kullanarak ülkede iktidarın en yüksek noktasına erişmişti. Kendisinde üç başkanlığı birden toplamıştı: Devlet başkanlığı, hükümetin ve meclisin gerçek başkanlığı, tek parti başkanlığı”. (s. 408).

Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleyi örgütlemek için birlikte yola çıktığı arkadaşları, Rauf Bey, Refet (Bele) Paşa, Ali Fuad Paşa, Kâzım Karabekir Paşa’lar Cumhuriyet ilan edildiği 29 Ekim tarihinde Ankara dışındaydılar.

Üstelik kendilerine hiç danışılmamış ve ne düşündükleri sorulmamıştı. Trabzon’da bulunan Kâzım Karabekir Paşa, Cumhuriyetin ilan edildiğini vilâyete gönderilen bir telgraf sayesinde öğrenebildi. İstanbul’da bulunan diğerleri ise kutlama için atılan top seslerinden Cumhuriyetin ilan edildiğini öğrenmiş oldular.

Mustafa Kemal Paşa bu durumu “Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşmeye gerek duymadım. Onların da benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum” şeklinde açıklayacaktır.

Tevhid-i Efkâr gazetesi dışında diğer gazeteler ilk günlerde Cumhuriyetin ilanını olumlu karşılamışlardı. Ancak bir süre sonra Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Vatan gazetesinde Ahmet Emin (Yalman) bu ani ilan işine karşı tenkit getirmeye başladılar. Tevhîd-i Efkâr gazetesinin sahibi ve başyazarı Velid Ebuzziya Bey de cumhuriyetin bu şekilde alelacele ilan edilmiş olmasına sıcak bakmayanlardandı. İstanbul gazetelerinin tepkisi cumhuriyetin ilan edilmiş olmasına değil, cumhuriyetin ilan ediliş şekline idi. Buna bir tür gazeteci kıskançlığı da denilebilir. Nitekim Anadolu Ajansı bile haberi vermekte geç kalmıştı. Gazeteci deyimiyle “atlamıştı”.

Yunus Nadi’nin cumhuriyetin ilan şeklini eleştirenlere karşı şiddetli yazısı ortamı daha da gerdi: “ İstanbul’da bu karardan memnun bulunmayanlar olduğunu biliriz. Onlar er geç sarayları kafalarına geçirilecek mahlukât ile yardakçılarıdır”.

Buna karşılık o zaman liberal görüşü savunan Hüseyin Cahit, “Padişahlara bile verilmeyen yetkinin Anayasanın 12. Maddesi ile Mustafa Kemal’e verildiğini yazacaktı ( İpek Çalışlar, Mustafa Kemal Atatürk, s.401).

Ahmet Emin de aynı endişeleri taşımakta, “Cumhuriyet şeklini hoş görmeyecek kimse yoktur” demekteydi.

Mustafa Kemal’i destekleyen İleri gazetesi, “Zehirli makaleler huzur ve asayişi ihlal ederse hükümet oraya bir İstiklal Mahkemesi göndermeye mecbur olur” diye etrafa tehdit savurmaktaydı. Bu zehirli makaleler yukarıda saydığımız 4 gazetedeki makalelerdi. Ve bu kalemlerin “meşruiyet içerisinde susturulması” gerekmekteydi. Ve susturuldu da.

İstanbul basınını tehdit eden iki ünlü gazeteci Yunus Nadi ve Celal Nuri (İleri) gazeteci kimliklerinin yanı sıra aynı zamanda mebustular. İkisi de Anayasa komisyonunda idi. Hatta Yunus Nadi komisyon başkanı idi. ( İ. Çalışlar, s. 402).

Hükümetin basına sansür düşünmediği yolunda demeç veren Matbuat Umum Müdürü Zekeriya Sertel’i İçişleri Bakanı Ferit Bey iyi bir haşladı ve Sertel 2 gün sonra görevden alındı (Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Gözlem Yayınları, İstanbul 1977, s. 128- 129). İstanbul’da bulunan Rauf Bey’in adı etrafında çıkarılan dedikodular üzerine Rauf Bey, “Ben hâssaten memnunum” şeklinde bir açıklama yaparak gereksiz tartışmaları önlemek istedi.

SONUÇ

Büyük siyaset adamı, askeri deha sahibi Gazi Paşa, her büyük insan gibi kendisine verilen yetkileri az buluyor ve daha fazla yetki istiyordu. O baştan beri “kuvvetler ayrılığı” ilkesi yerine “kuvvetlerin birliği” ilkesinin ülke için daha yararlı olacağına inanmaktaydı. Bu yüzden Cumhuriyetin ilan edilmesi ve kendisinin Cumhurbaşkanı seçilmesi nihai hedef değildi. Nihai hedef Meclis’te hukuk ve yönetmelik kurallarına takılmadan etkin bir siyaset yürütebilmekti. Kafasında tasarladığı devrimleri sıradan bir Cumhurbaşkanı yetkisiyle gerçekleştirmesi oldukça zordu. Bu yüzden hem kabineye, hem meclise, hem de ülkenin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkasına tam yetki ile başkanlık yapmak istiyordu. O zaman 42 yaşındaydı ve gücünün zirvesindeydi. Her şeyi, hem de en seri şekilde yapmak, yetiştirmek istiyordu. “Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” emrinin gerisinde de bu yetiştirmek telaşı vardı. Ankara dışında bulunan 4 muhalif mebus Meclis üzerinde etkili olabilecek kişilerdi. Gazi Paşa ise bu engeli gürültüsüzce aşmak için bu şekilde bir strateji geliştirmiş ve başarı ile uygulamıştı.

Cumhuriyetin ilanına karşı çıkan veya çıkacak olan bir milletvekili veya bir grup yoktu. 1922 yılında Saltanatın kaldırılması muhalif denilen üyeler tarafından Hakimiyet Bayramı olarak kutlanması yönünde Meclis kanun çıkarmıştı. Gazi Paşa’nın silah arkadaşı olan bu grupta da çok değerli isimler vardı. Hiç birisi padişahlık yanlısı değildi. Milli mücadelede en ön safta Gazi ile birlikte savaşmışlardı. Bütün endişe Lord Kinross’un dediği gibi 3 ayrı devlet görevinin 1 kişide toplanmasının doğurabileceği sakıncalar idi.