ÇÖZÜMLEME ROMANI

Başlığı dile getirince, bu nedir diye soran arkadaşlarım çok oluyor. Bu yüzden önce çözümleme romanı tanımını...

Başlığı dile getirince, bu nedir diye soran arkadaşlarım çok oluyor. Bu yüzden önce çözümleme romanı tanımını kullanmayı yıllar önce öğretmenim Emin Özdemir’den duyduğumu ve kullanmaya başladığımı belirtmeliyim.

Nedir “Çözümleme Romanı”? Soruyu Emin Özdemir öğretmenimin yanıtlamasını isteyerek, onun “Edebiyat Sözlüğü”(Bilgi Yayınevi Ağustos 2014) kitabına başvuracağım. “Olaydan çok, olaya karışan ya da onunla ilgili olan kişilerin ruhsal durumlarını birtakım çözümlemelerle yansıtmayı amaçlayan roman türü. Çözümleme romanında olayların akışı, kişilerin iç dünyasını, ruhsal özelliklerini yansıtacak biçimde düzenlenir. Çünkü bu tür romana yönelen sanatçılar için gerçekler olaylarda, dış dünyada değil, kişilerin iç dünyasında saklıdır. Bunun için de onların bu iç dünyalarının kapısını aralamak, orada olup bitenleri göstermek gerekir. Çözümleme romanında iç konuşturmalara, ruhsal betimlemelre, kişilerin bilinç dünyalarından kesitler sunulmaya ağırlık verilir. J.Joyce, W.Faulkner, Virginia Woolf gibi kimi yazarların romanlarında bu özellikler görülür, bunlar çözümleme romanı olarak düşünülebilir. Türk edebiyatında da Mehmet Rauf’un Eylül’ü, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu çözümleme romanı sayılır.” (sayfa 103-104)

Bu tanımdan hareketle, ben de iki oyunu çözümleme oyunu olarak belirtmek istiyorum. Birisi Sophokles’in “Kral Oidipus”, diğeri ise tüm dünyaca bilinen, hemen hemen her dönemde oynanan William Shakespeare’in “Hamlet” adlı oyunu.

Dünyada ilk çözümleme romanı olarak kabul edilen Madam de la Fayette’nin “Prenses de Cleves”adlı romanı 1678 yılında yayımlanmış ve döneminde oldukça büyük yankı uyandırmıştır. Olumlu ya da olumsuz bir çok eleştirye uğramıştır.

Bizde ise çözümleme romanına örnek gösterilebilecek romanlar oldukça fazladır. Yayımlandıkları tarh sırasına göre bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Mehmet Rauf’un “Eylül” romanı. Konusuna kısaca değinecek olursak, evli bir kadın olan Suad ve aile dostları olan akrabası Necib arasında yaşanan yasak aşkı anlatır.

Cemil Süleyman Efendi’nin “Siyah Gözler” romanı 1910 yılında yaşamımıza girer. Roman adı belirtilmeyen dul bir kadının bakış açısıyla yazılmıştır. döneminde son derece sarsıcı, yer yer dehşete düşüren, kıskançlık, pişmanlık ve hırs gibi birden fazla duygu durumunun insan yaşantısındaki karşılığının çok güçlü yansıtıldığı bir romandır.

Halide Edip Adıvar’ın “Handan” romanı, kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten ve edebi mektuplardan oluşan bir romandır. (20 Aralık 2021 günü yazdığım “Unuttuğumuz Değer : Mektup” adlı yazımda belirtmiştim.) 1912 yılında yayımlanmıştır.

Emin Özdemir’in tanımında da belirttiği ve örnek verdiği Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanı 1930 yılında okuyucuyla buluşmuştur. Safa bu romanında otobiyografik anlatım tekniğini kullanmıştır.

Sabahattin Ali’nin çok tanınan romanı “Kürk Mantolu Madonna” 1943 yılında yayımlanarak okuyucunun beğenisine sunulmuştur. (Yakın dönemde çok tartışıldığı için burada konusuna girmeyeceğim.)

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1948 yılında yayımlanan “Huzur” adlı romanı da çözümleme romanı olarak bilinir. İhsan, Nuran, Suat, Mümtaz adlı dört bölümden oluşur. Romanın ana karakteri Mümtaz’dır.

Yusuf Atılgan’ın 1959 yılında yayımlanan “Aylak Adam” ve 1973 yılında yayımlanan “Anayurt Oteli” romanları da bu tanıma uymaktadır. “Aylak Adam”da geçimini ailesinden kalan mirasla sağlayan “C.” anlatılmaktadır.

Oğuz Atay’ın 1972 yılında yayımlanan ve halen çok satan kitabı “Tutunamayanlar” bu tür romanın önde gelen eseridir.

Bizim edebiyatımızdan son olarak Selim İleri’nin “Kırık Deniz Kabukları” kitabı, ünlü yazar Halid Ziya Uşaklıgil, inthar eden oğlu Halil Vedad ve ünlü romanı Aşk-ı Memnu konusunu işlemektedir.

Dostoyevski denilince ilk akla gelen romanı “Suç ve Ceza” bu roman türüne örnek gösterilebilir. Ancak Dostoyevski’nin “Öteki” romanı bana göre bu türün en iyi romanlarından biridir. Kitap 1846 yılında yayımlanmıştır. Dostoyevski bu romanında romanın kahramanı Golyadkin’in kişiliğinde, kişilik bölünmesini, parçalanmış bilincin kurduğu ürkütücü ve tehlikeli bir dünyayı anlatmaktadır.

Bol okumalı günler diliyorum.