Sanata duyarlı olan insanların her fırsatta dile getirdiği gibi, sanatın sağaltıcı bir yanı vardır. Sıkıntılı anlarımızda, kitap okumak ya da sanatın herhangi bir dalıyla uğraşmak insanı sıkıntılı halinden alır içine girdiği sanatın dehlizlerinde dolaştırır.
Okumak için aldığımız kitapların, yazarların hikayelerinin, şiirlerinin ya da öykülerinin detaylarını bilmemekle birlikte, yaklaşık olarak neyle karşılaşacağımızı tahmin ederiz. Dergilerde bu böyle mi? değil elbette.
Dergilerin her sayısında yazarlar, şairler, karikatürcüler, ressamlar ve derginin içeriğine göre değişik sanatçılar yer alır. Kimler var, neler yazmışlar merakla alırız elimize. O nedenledir ki, dergilerin edebiyat dünyasında “bana göre” ayrıcalıklı bir yeri vardır. Türkiye koşullarını da göz önünde bulundurursak gerek sansür gerekse ekonomik nedenlerle bir dergiyi ortaya çıkarıp okuyucuya ulaştırmak bir hayli zor iş.
Şimdilik değişik nedenlerle abonelik sistemini işletmese de her sayısı düzenli olarak elime geçen Mutenâ Dergisinden söz etmek istiyorum.
İkinci yılı ve on beşinci sayısı olmasına rağmen Türkiye’nin her yerinde çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı. Yurtdışında da birçok yere ulaşma çabasını sürdürüyor. Mutenâ Dergisi tam da bir mücadele içindeyken, on bir ilimizi yerle bir eden ve çevre illerde de şu ya da bu şekilde etkisini gösteren depremle tökezledi.
Genel Yayın Yönetmeni Murat Kayış, Yayın Kurulu ve derginin çıkmasına emek veren yol arkadaşlarının çabasıyla Mutenâ’nın 15’inci sayısı “DEPREM” sayısı olarak çıktı. Deprem sayısında birbirinden değerli yazar, çizer ve şair dostlarımız yer aldı.
Benim yayımlanan şiirim de dahil, birkaç şair, yazar arkadaştan alıntı yaptım. Yazının uzun olması nedeniyle, önümüzdeki haftayı da Mutenâ’ya ayırdım. Bu haftaki yazımda sadece Murat Kayış’ın şiirine yer vereceğim. Önümüzdeki hafta da alıntı yaptığım diğer arkadaşların. Felaketlerden uzak, sağlıklı güzel günlere…
ÇIĞLIK
Taze gelin edasıyla kardı yüzüme vuran
cilvesini sevdim gökyüzünün
oh dedin bir cigara sarıp dumanını
sokağa dağıttım
iki köpek gördüm saçak altına uzanmış
orada bir of çektim
vakit merak oluşturmakta
çektin eve gittim
yavrularımı öptüm kokladığım
karımdan bir bukle sevinç çaldım
hoştu sohbet, gözlerim acıyınca uykuya
kucak açtım
derin karanlık içine düşmüşken
gergin bir sarsıntıyla uyandım
dengesi yitti akıl bağlarımın
öfkesini yüzyıllık kuşanmış zelzeleye dur
diyemedim
anamın beşiğine benzemiyordu
salladıkça kopan bina seslerine düştü
çığlık.
“ölüm rengi göğün altında yaşamak
yeryüzüne sıkışıp kahrolmak
yarına yetişip nefes almak
kederi sırta yükleyip yaşamak varmış
öyle bir ağıtın içine düştüm ki
karanlığı görmek için geceyi beklememe
gerek kalmadı “
o büyük ölüm derin sularda uyanmış
ferman yazılmış, dermansız günlere
ceset torbası
battaniyeden başka bir şey kalmamış
gel gör halini Abuzer’in, Miçe’nin, Evin
Bacı’nın, Zeze Teyze’nin, Sofi Emmi’nin…
bir ah bıçağıyla kesildim, kanım akmaz
soldu rengimde umut denilen güneş
idaresi kime verilmiş kentin hele çıkıp gelsin
katli vacip gibi betonlar arasına serilmiş
insanların yüzüne bir baksın
oy dedim, sesimle çizdim yerküreyi vay
dedim,
yüzümü unutsam bugünü unutsam aklımı
unutsam
delirip dağı dağ üstüne kurulmuş görüp
ateş yakıp küründe yıkansam.
Şivan Perwer’in
Ax havar li me ferman e l imin ay…
(Ah, imdat, fermanımızı kesmişler ah)
Ax birîndarê we me, l, min oy
(Ah, ah, yaralıyım size ben…)
şahit oldum tarih üzerime devrildi ve ben
bu enkaza çığlık attım…
“Çığlık”
beklerken güneşi doğuşundan
çatladı göz kıyamet kızlarından
koptu çığlık zelzele içinden
duvarlar gördüm insan üzerine yürüyen
aklın bir karış umudu karanlıkta
nerdesin ey ışık enkazın kimsesiz
feryat mahzeninde ölüm soğuktu
çaresizliğe teslim olan insanlar gördüm
liyakat dediğin öncü bilgiye
tacirlik yaptığın vaatler vardı
korkuya teslim olup saklanmak niye
riyakârlığın karşısında kaybolan bir şehir
gördüm
al ne varsa doyur karnını
insan kanından besle büyüt gücünü
ihmal nedir bilmezsin imara af verirsin
zulme şahit çocuklar, anneler ve babalar
gördüm
halk dedim açın gözünüzü
yaşamak aldanmak değildir
öfke kusmamak en büyük delilik
sessizliği toprak olmuş insanlar gördüm
acıyı bal eyleyen şairdi
direnmeyen utansın demedik mi
bu meydanlar bizim susmayın derken
cehalete kurban olmuş halk gördüm
gün kimin aşkıdır, kimin hakkı
yumruğu kaldırıp sarılan gelsin
duran zalimdir susan hain
suskunluğa boğulmuş namertler gördüm.
Devamı haftaya…