Can Atalay’ın milletvekilliği düştü. Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliği, 30 Ocak 2024 Salı günü düşürüldü.
Ne zaman seçildi, kim seçti, milletin vekilliğini kim düşürdü?
14 Mayıs 2024 tarihindeki seçimlerde Hatay halkının bir bölümü Can Atalay’ı Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) göndermişti. Gezi Parkı davasından 18 yıl hapis cezası verilen Can Atalay’ın mazbatasını da avukatı Bülent Akbay, Hatay İl Seçim Kurulu’ndan almıştı.
Can Atalay artık, TİP Hatay milletvekillerinden birisi idi.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin “Hak ihlali var, serbest bırakılmalıdır” anlamındaki kararına karşın, Yargıtay’ın aksi kararı 30 Ocak 2024 tarihinde TBMM’de okunarak Can Atalay’ın milletvekilliği düştü, düşürüldü.
Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin çoğunlukta olduğu demokrasinin çatısı TBMM…
Konu, Türkiye Barolar Birliği başta olmak üzere, birçok meslek örgütü, siyasal parti, uzman kuruluş, hukukçu ve gazeteci tarafından aylardır yorumlanıyor, Can Atalay’ın özgürlüğüne kavuşması ve milletvekili olarak yemin etmesi, milleti temsil etmek görevine başlaması gerektiği vurgulanıyor. Anayasa’nın 153.maddesi de o kadar açık, kesin ve anlaşılır, anlaşılacak şekilde yazılı.
Demokrasi ve ifade özgürlüğü yanlısı olanların şiddetsiz tepkileri, yazıları, açıklamaları ve girişimleri karşısında yazımın ağırlığı çok hafif kalır.
Bu yazı ile aklımı ve vicdanımı kullanarak, insan ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmanın gereğini yerine getiriyorum. Çok üzülerek, bu ülkede böyle örneklerin ve süreçlerin yaşanmasından dolayı şaşkınlık duyarak.
Düşüncem, duygularım, aklım ve vicdanım, Can Atalay’ın serbest bırakılması gerektiği yönündedir, kesin ve tartışmasız. Şiddetsiz tepki, yüz yüze ve göz göze iletişim, ifade ve şiddetsiz örgütlenme özgürlüğünden yana bir insan olarak belirtiyorum, 2013 yılında, İstanbul Gezi Parkı’nda yapılaşmaya karşı çıkan toplumsal hareket, sadece şiddetsiz bir çevre koruma amacını taşıdı. Bu hareketin, Hükümeti düşürme, insanlara ve çevreye zarar verme gibi bir niyet, bir hedef taşıdığına, şiddet içeren örgütlü bir hareket olduğuna beni kimse inandıramaz. İnanmıyorum, öyle algılamıyorum.
Kesinlikle inanıyorum, demokrasi ve ifade özgürlüğü yanlısı milyonlarca insan, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine çok üzülmüş ve çok insan “ahh” demiştir.
Acaba, kaç insan, kaç milyon, bu kararın doğruluğuna inanmış veya kaç insan, elini göğsünde gezdirerek “ohh” demiştir. TBMM’de kaç milletvekili, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüleceğini bilerek huzur içinde toplantıya gelmiş, düşürme kesinleştikten sonra mutlu olarak evine, Parti binalarına veya yemeğe gitmiştir.
Kaç milletvekili üzülerek ayrılmıştır TBMM binasından?
Bir toplumda, bir ülkede, bir olay karşısında, halkın bir bölümü “ahh” çekiyor, göğsünü veya dizini dövüyor, diğer bir kesim, aynı olay karşısında seviniyor, “ohh” diyerek elini göğsünde gezdiriyorsa, o ülkede ulusal birlik tehlikede demektir.
Bazı yerlerde, bazı evlerde “ohh” çekenler, Atalay Ailesinde, milyonlarca ailenin evlerinde “ahh” çekilebileceğini, annelerin, babaların, eşlerin, çocukların, kardeşlerin gözyaşı dökebileceklerini düşündüler mi?
N….. duygusu yüreklerinin, beyinlerinin, vicdanlarının ne kadarını kaplamıştır acaba? Aslında, n….. duygusu varsa, yüreğin tümünü kapladığına, sevgiye, saygıya, hoşgörüye, özgür ve insanca düşünmeye küçük bir yer bile bırakmadığına inanıyorum.
Ülkemde ve Dünya’da, artık utanç düzeyine varan şiddet sarmalına karşın yüreğimde, vicdanımda, hiçbir dönem, hiç kimseye karşı asla ve asla n….. diye bir duygu yer almamıştır.
Şimdi? Şimdi de, bu yazıyı yazmama neden olanlar dahil kimseden n….. etmiyorum.
Bu satırların yazarı, “ahh” diyenlerden, evi Türkiye ve gelecek kuşaklar adına kaygı duyanlardan birisidir. Benim gibi düşünen, algılayan ve duygusallaşanların onlarca milyon olduğuna kesinlikle inanıyorum.
Yazıyı, “…Seni Seviyorum…” başlığını taşıyan 5 Ocak 2022 tarihli ilk yazımdan birkaç satırla bitirmek istiyorum. Bu satırlar bugünler ve yarınlar için de geçerli.
Yaşantımı yönlendiren akraba ve dostlarımın isimlerini saydıktan sonra yazıda şunları da dillendirmiştim.
“Bu insanlara, ayrı ayrı “seni seviyorum” diyorum. Seni seviyorum Rüzgarlı Sokak, seni seviyorum Ankara, seni seviyorum Türkiye, seni seviyorum Dünya, seni seviyorum uzay, evren.
Dünya, sevginin gücü ile milyarlarca yıldan beri var. Canlılar, az örnek dışında nasıl çoğalıyor, nasıl dünyaya geliyor, sevgiye, aşka dayalı birlikteliklerle.
İnsan soyu, savaşları, fetihleri, işgalleri, silahlı kalkışmaları, insana, hayvana ve çevreye yönelik her türlü şiddeti sonlandırmak istiyorsa, sevgiyi, farklılıklara saygıyı, hoşgörüyü, dostluğu ve sadece barışı hedeflemelidir.
Acaba diyorum, bir bebek dünyaya gelince, her toplumda, her yerde, kulağına “Seni Seviyorum” desek nasıl olur?
Bu ilk yazımda son olarak, bu yazıyı okuyanlara, inceleyenlere, sayfaya alanlara, gazetemizi okurlarına ulaştıranlara, “Sonsöz Ailesi” çatısı altında çalışanlara, bizleri, ben değil “biz” haline getirenlere, tanıdıklarımın yüzlerine, gözlerine, görmediklerimin yüreklerine baktığımı hissederek, ayrı ayrı şöyle diyorum.
“Seni seviyorum.”