Bütçe ve Asgari Ücret

2026 yılı bütçe görüşmeleri umutla başladı, gerginlik ve kavgalarla sona erdi. Ancak ortaya çıkan tabloya baktığımızda, gelecek yılın vatandaş açısından parlak geçeceğini söylemek zor. Çünkü bu bütçe, istikrar ve refah vaatlerinden çok, ağır bir vergi ve borç yükünü işaret ediyor.


Biz bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde asgari ücret de açıklandı. 2026 yılında uygulanacak olan asgari ücret 28 bin 75 lira oldu. Bu rakam açlık sınırının bile altında. Ülkemizde çalışanların yarısı asgari ücret ve ona komşu ücretlerle geçinmeye çalışıyor. Bu konuda tespitlerimizi ileride yazacağımız yazılara bırakarak bütçeye ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşalım.
Bütçenin 15 trilyon 631 milyar liralık kısmı, doğrudan bizim cebimizden çıkacak vergilerle karşılanacak. Yani bu bütçenin asıl finansörü yine vatandaş. Üstelik bu yükün büyük bölümü dolaylı vergilerden oluşuyor. 2026 yılında sadece KDV ve ÖTV’den 8,5 trilyon lira tahsil edilmesi hedefleniyor. Gelir Vergisi 3,5 trilyon lira ile ikinci sırada yer alırken, Kurumlar Vergisi’nden beklenen gelir 1,7 trilyon lira. 2 Trilyon liralık diğer vergi ve harçlarla birlikte tablo daha da ağırlaşıyor.


Böylesi bir bütçeyi hazırlayıp, günler süren tartışmalar eşliğinde Meclis’ten geçirmek sanıldığı kadar büyük bir maharet gerektirmiyor. Asıl mesele, bu bütçenin kimin yükünü hafiflettiği, kimin omuzlarına daha fazla ağırlık bindirdiğidir.
Gider kalemlerine baktığımızda ise çarpıcı gerçekler karşımıza çıkıyor. 3 trilyon 597 milyar liralık vergi affı, bütçede ilk sırada yer alıyor. Yani yıla, neredeyse bu tutar kadar bir açıkla başlamış olacağız. Faiz giderleri ise 2 trilyon 742 milyar liraya ulaşmış durumda. Garanti ödemeleri için ayrılan kaynak da 238 milyar lirayı buluyor. Tüm bu kalemlerin faturası yine vergilerle ödenecek.
Faiz yükünün arkasında iç ve dış borçlar ile henüz tamamen tasfiye edilememiş Kur Korumalı Mevduat uygulamasının maliyeti bulunuyor. Dış borç 547 milyar dolarla rekor kırarken, iç borç faiz ödemeleri 9,3 trilyon liraya dayanmış durumda. Elbette ki, bu borçların bir maliyeti olacağı da muhakkak.


Şimdi bu rakamları, hayatında okul kapısından bile geçmemiş bir vatandaşa anlatsanız, alacağınız tepkiyi tahmin etmek zor değil. Buna rağmen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın bütçe konuşmalarını dinlediğinizde, adeta başka bir ülkede yaşıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Enflasyon hedefinin yüzde 16 olarak belirlenmesinden sonra, ardından tek haneye düşeceği yönündeki iyimser tahminlerin, toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulduğunu söylemek güç.


Ekonomiye en zenginlerin penceresinden bakarsanız, çizilen bu pembe tabloyu anlamak mümkün. Zirvedeki yüzde 1’lik kesimin toplam kaynakların yüzde 35’ine, en zengin yüzde 10’un ise yüzde 68’ine sahip olduğu bir ülkede her şey yolunda görünebilir. Ancak nüfusun en yoksul yüzde 50’sinin ülke gelirinden aldığı pay sadece yüzde 2,8 ise, bu tablonun gerçeği yansıtmadığı ortadadır.
Buradan hem Sayın Şimşek’e hem de Sayın Yılmaz’a sormak gerekiyor: Vatandaşın bankalara olan borçları hakkında ne düşünüyorlar?


Borçlu vatandaş sayısı 2 milyon kişi daha artmış durumda. Toplam borç bakiyesi yüzde 59 artışla 5 trilyon 440 milyar liraya ulaşmış. Kişi başına düşen borç 125 bin lirayı aşmış. Kredi kartı borçları 2,7 trilyon liraya yükselirken, kişi başına düşen kart borcu 67 bin liraya dayanmış. Bu tablo, sağlıklı bir ekonominin göstergesi olabilir mi?
İhtiyaç kredilerinde de manzara farklı değil. Kişi başına borç miktarı yüzde 61 artarak 130 bin lirayı geçmiş durumda. Borçlarını ödeyemeyen vatandaşlar nedeniyle bankalar tasfiye yoluna gidiyor. Takibe düşen alacakların toplamı ise 668 milyar liraya ulaşmış bulunuyor.


Özetle;
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu kadarı bile ekonomide işlerin yolunda gitmediğini açıkça gösteriyor. Emekliler maaşlarından memnun değil, memurlar geçim sıkıntısı içinde, asgari ücretliler ay sonunu getiremiyor. Market ve pazar artıklarından çürük sebze-meyve toplayanların sayısı her geçen gün artıyor. Çalışabilir nüfusun yaklaşık yüzde 30’u istihdam dışında. Gençler, hayallerini gerçekleştirebilmek için yurtdışının yolunu tutuyor; ülke, en verimli çağındaki yetişmiş insanlarını kaybediyor.
Tekstil ve hazır giyim gibi ihracatın lokomotifi olan sektörler çıkmazda. Turizmde beklentilerin altında kalan bir sezon geride kalırken, doğayı tahrip eden, yeşili yok eden sözde madencilik faaliyetlerine tanınan ayrıcalıklar, geleceğe dair umutları daha da zayıflatıyor.
Bu bütçe, kağıt üzerinde “istikrar” ve “refah” vaat edebilir. Ancak sokaktaki vatandaşın yaşadığı gerçekler, bu kavramların henüz hayat bulmadığını açıkça gösteriyor.