İnsan soyu, günümüze “Uzay Çağı” da diyor. Çok ilginç, yeryüzünü, denizleri, suyu, toprağı ve havası ile kirleten, bunlar yetmezmiş gibi kan ve gözyaşı altında bırakan insan soyu, uzaya çıkmanın gururunu yaşıyor.
Koca koca adamların (!) cehenneme çevirmeye çalıştığı bir Dünya’da, uzaya çıkmanın gururunu yaşamıyorum.
Ne gururu?
Çocukların, kadınların, gençlerin kanını, gözyaşlarını döken canavarlaşmış insanların yaşadığı, ancak kendilerinden farklı olanları yaşatmadığı bir Dünya’da uzaya ulaşmanın hiçbir onurlu yanı olamaz. Çünkü, çok iyi biliyorum ki, aynı vahşi insan türü, oralara taşıdığı veya geliştirdiği ağır silahlarla uzayı da cehenneme çevirecek.
Vicdan, utanma, merhamet, hoşgörü, tatlı dil, ışıltılı bakışlar, candan kucaklaşmalar giderek azalıyor, insan sayısının artışının ters yönünde. Yoksulluk ve yoksunluk yerin üstündeki çok büyük ana sorunların başında geliyor. Silahlara ve silahlı insanlara harcanan dev bütçeler, bilimin yetiştirdiği uzman, akıllı ve vicdanlı insanlar tarafından, farklılıkların doğal zenginlik sayılmasını, her canlının mutlu, korkusuz ve uzun yaşamasını sağlayacak şekilde yönetilebilirdi.
Yaşantım boyunca, ömrümün büyük bölümünü spor, gençlik, demokrasi, şiddetsiz iletişim alanlarında yaptığım gönüllü çalışmalarımda değerlendirdim. Birçok insanın yaptığı gibi eşimi, çocuklarımı, kardeşlerimi ve dostlarımı, birlikte yaşamamız, paylaşmamız gereken çok önemli yıllarda ihmal ettim.
İleri yaşıma, Türkiye ve Dünya’nın içinde bulunduğu şiddet türlerine karşın umudum, yaşıma göre çok genç. Yaşadıkça, umudumun yaşlanmasına asla izin vermeyeceğim. Umudumu kimse ve asla yaşlandıramaz, umudumun belini bükemez, başını öne eğemez ve eline baston veremez.
Türkiye, şiddetsiz yaşamayı, adaleti, laik ve bilimsel eğitimi, herkesin eşit yararlandığı sağlık hizmetlerini, yoksulun ve yoksunun bulunmadığı bir ülkeyi isteyenlerin ve savunanların baskı ve saldırı altında olduğu bir sürecin zirvesinde, doruğunda yaşıyor. Acaba, bu zirvenin, bu doruğun daha yüksekleri de var mı diye korkmuyor, ürkmüyor değilim. Aklımla duygularım birleşiyor ve olabilir diyor. Eğer bu şiddet türleri, şiddetsiz yöntemlerle, insanın aklı ve vicdanı ile önlenemezse şiddetin doruğu, göremediğimiz uzaklıkta olabilir, gerçekten.
Türkiye, Cumhuriyetin ilk yüzyılını geride bıraktığı bu süreçte her gün bir şiddet olayını yaşıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyelerine yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırmak suçlamaları yapılıyor, onlarca, bazen yüzlerce insan gözaltına alınıyor, kaçma kuşkusu ileri sürülerek tutuklanıyor. Bu insanlar, bazı insanların sözlü beyanları ile aylardır hapiste tutuluyor. İddianameler hazır değil, tutukluluk cezaya dönüşmüş durumda.
Yetmezmiş gibi Hükümeti oluşturan Adalet ve Kalkınma Partisi ile destekleyen Milliyetçi Hareket Partisinin üst düzey yöneticileri, daha iddianamesi hazırlanmamış insanları 100 yılın yolsuzluğu ile suçluyor. Bakalım, 100 yılın yolsuzluğu mu, tarihin en büyük yalanları ve iftiraları mı, süreç hızlandığında göreceğiz.
Son yazılarımda dile getirdiğim gibi, Cumhuriyet tarihi içinde ilk kez yaşanan bu sürece karşın, Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkanı ve Manisa Milletvekili Özgür Özel’in önderliğinde şiddetsiz yöntemlerle tepkisini ve halkla ilişkilerini sürdürüyor.
İl ve ilçelerde düzenlenen mitinglere yüzbinlerce insan katlıyor, hem de şiddete karşı olan her partiden insanlar dahil. Cumhuriyet Halk Partisi, yıllardır savunduğumuz şiddete şiddetsiz tepki yöntemlerini başarılı bir şekilde alanlara taşıyor.
14 Eylül 2025 tarihinde, Ankara’da eski adı ile Tandoğan Meydanında düzenlenen miting, Özgür Özel‘in deyimi ile eylem, katılım, ilgi, canlılık, çok kalabalık ortamlarda insanların birbirlerine karşı davranışı, toplanma ve dağılmadaki düzen açısından örnek bir etkinlik oldu.
10 Ekim 2015 tarihinde, Barış yanlısı demokratik kitle örgütlerinin Ankara Garında düzenlediği mitingde 103 kişinin ölümü ile sonuçlanmış katliamı yaşamış ve bir polisimizin linç edilmesini engellemiş bir insan olarak söylüyorum, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün aldığı güvenlik önlemleri ve polislerimizin davranışı huzur ve umut verici idi.
Türkiye demokrasisinin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin şu anda yaşadığı baskı ve kuşatmalara “siyaset” diyenlere bir kez daha karşı çıkıyorum. Yargı organlarının tutum, davranış ve kararları, gözaltına alma zamanı ve yöntemleri, tutuklamalar, iddianamelerin hazırlanmasında ve açık yargılamaların başlatılmasında yaşanan aşırı gecikmeler, AK Parti ve MHP üst düzey yöneticilerinin dayanaksız ve ağır suçlamaları, elbette iyi yürekli insanları çok üzüyor, endişelendiriyor, annelere, eşlere ve çocuklara gözyaşı döktürüyor, bazılarımızı da ayrıca utandırıyor.
Ancak, bunlar asla siyaset değil, olamaz. Siyaset, tüm insanları farklılıkları ile kucaklayan, el ve dil ile şiddet üretilmeyen bir sosyal bilimdir. Siyaset; sevgi, dostluk ve barıştır, adalettir, güvenliktir, çağdaş eğitimdir, sağlıklı yaşamaktır, aç, yoksul ve yoksunun bulunmaması için birlikte çalışmaktır. Siyasette, yalan, iftira, hakaret, tehdit, sahtecilik ve ayırımcılık yoktur. Bu nedenle, sürecin kendisine veya parçalarına, etkisine göre şiddet denir, ancak asla siyaset denemez.
Haydi, sadece Türkiye’de değil, Dünya’nın her yerinde yaşayanlar, her yerde ve her zaman, kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde, yerin üstündeki gerçek cennet için, haydi…