BU KEZ BİZ BAŞARMALIYIZ…

Gözlerimi ilk kez, Rize’nin Pazar kazasının Apso (Suçatı) köyünde, İkinci Dünya Savaşının ortalarında açtım. Elbette ilk nefesimi de tertemiz, yemyeşil, yağmuru bol bu topraklarda aldım. İlk kez yine o an ağladım. Ne yazık ki ilk ağlama, son ağlama olmuyor. Acaba, daha sonraki ağlamalara hazırlık mı?

Doğduğum saniyelerde, dakikalarda, saatlerde, günlerde, aylarda, meğer Dünya İkinci Büyük Savaşı yaşıyormuş. Avrupa’da, Asya’da, bombalar, kurşunlar yağıyormuş, Almanya’da gaz odalarında can veriyormuş insanlar. Kan ve gözyaşı seller, sular gibi dökülüyormuş.

Türkiye’yi, utanılması gereken bu savaşa katmayanlara bir kez daha selam olsun.

Canım annem Fatma Sümer’in anlatımı ile Ocak ayının 28. günü doğmuşum. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasal belgesi 6 Temmuz 1943 tarihini gösteriyor. O günkü koşullarda bu tarihin doğru olması olanaksız.

Ancak doğrular da var. Annemin, yardım için gittiği akrabalarımız Şerifoğullarının bahçesinde sancılandığında çektiği acılar, istemeden döktüğü birkaç damla gözyaşı belki, çıkardığı sesler, acısı dinince ve beni görünce duyduğu huzur ve sevgi ile bakıp kucaklayışı. Köy evini, annemi, diploması olmayan, ancak gönüllü hemşirelik yapan kadın akrabalarımızı görünce ilk ağlayışım, ilk seslerim.

Her kadın keşke, sadece böyle nedenlerle, anneliği yaşarken kısa süreliğine acı çekse ve son kez gözyaşı dökse.

Ancak, bu topraklarda binlerce, belki de milyonlarca yıl çocuklar, gençler kan ve anneler gözyaşı döktü. Kan ve gözyaşına neden olanlar yüzde yüze yakın erkekler, silahlı, paralı, akıldan ve vicdan da yoksun erkekler. Bazı tarihçilerin, bu vahşileri kahraman olarak belgelemeye ve yaşatmaya çalışmalarının benim için bir değeri, anlamı ve etkisi hiç yok.

Geçmiş asırlara baktıkça, savaşları, işgalleri, fetihleri, katliamları düşündükçe Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tarihin en büyük mucizelerinden biri olarak algılıyorum. Elbette mucize değil, büyük bir başarı, konuşulacak, tartışılacak çok şey olsa da.

Ne mutlu bana, Cumhuriyet daha delikanlı iken, 20 yaşını tamamlamadan doğmuşum.50. yılını Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda basınla ilişkiler konusunda görevli iken yaşamışım. 75. yılına ve çok daha anlamlısı, 100. yılına ulaşmışım.

27 Aralık 2025 tarihinde, Türkiye’nin en etkili ve örnek semt örgütlerinden olan ve Başkanlığını Fatih Fethi Aksoy’un yaptığı Çiğdem Eğitim, Çevre ve Dayanışma Derneği (Çiğdemim), Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişi ile ilgili çok anlamlı bir etkinlik düzenledi.

Etkinlikte, Sosyolog, Yazar Fatih Türkoğlu “Mustafa Kemal Paşa’nın YOL HİKAYELERİ (19 Mayıs-27 Aralık 1919)” başlığı altında kitaplaştırdığı araştırması ile ilgili oldukça duygulandırıcı ve düşündürücü bir sunum yaptı.

Yazar Fatih Türkoğlu, sunumunda, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının İstanbul’dan Samsun’a, oradan Amasya’ya, Tokat’a, Erzurum’a, Erzurum’dan Sivas’a geçişlerini ve 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmalarını anlatırken katılanlara duygusal anlar yaşattı. Bu konuyu, fotoğraflı olarak yazmaya ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Daha Ulusal Kurtuluş Savaşı başlamamışken, özgürlük ve bağımsızlık için gösterilen çabalar, çekilen sıkıntılar, bugün otobüs veya trenle birkaç saatte tamamlanan yolculukların o dönemde günlerce ve çileli sürmesi, ancak toplum önderlerinin ve halkın desteğinin sağlanması, acaba kaç kitaba, kaç belgesele sığdırılabilir? Gelecekteki başka araştırmalarla kaç kitaba veya belgesele sığdırılabilecektir acaba?

Türkiye, tek partili, çok partili süreçlerden geçerek 2025 yılının son günlerine gelmeyi başardı. Bugünlere gelişte, çocukların, gençlerin kanlarının, annelerin acılarının ve gözyaşlarının olmadığını kimse söyleyemez. Ancak, bugünlere gelişte, kadın-erkek her yaştaki gençlerin insan, hayvan ve doğa hakları için şiddetsiz direnişlerinin, umutlarını yitirmemelerinin, zindanları güneşli günlerin harcı haline getirmelerinin büyük payı olduğunu söyleyebilirim.

Bugün, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini yaşatmak, Orta Doğu bataklığından uzak durmak, çevremizde başka bataklıkların oluşmasına engel olmak için yine şiddetsiz yöntemlerle direnen, haykıran, içlerindeki umutla iki kişi haline gelen kadın-erkek milyonlarca insanımız var.

Bu milyonlar, yalan, hakaret, tehdit, iftira ve kumpaslarla acı, kan ve gözyaşı dökülmesine neden olan, hemen hemen her kesimde, her alanda ve her yerde bulunan “kö….ri” mutlaka “iyi”leştirmelidir.

Onların “iyi”leştirilebilmeleri, bugün veya yakın gelecekte, bağımsız ve haklara saygılı insanların yürüttüğü yargı sürecinde, işledikleri ağır şiddet suçlarının hukuktaki karşılıklarını almaları için içerideki veya dışarıdaki “iyi”lerin sabırlı olmaları, dayanışma içinde bulunmaları, içlerindeki “Umut” ile birlikte iki kişi kalmayı sürdürmeleri gereklidir.

“İyi”lerin sabırlı ve umutlu olmaları, silahsız ve şiddetsiz dayanışmaları, tepkilerini sürdürmeleri, halkla ilişkiler ve çağdaş iletişim yöntemlerini kullanmaları, yakın bir gelecekte çocukların, gençlerin kanlarının, annelerin gözyaşlarının dökülmesini mutlaka önleyecektir.

Kan, gözyaşı, baskı, kısaca şiddet dolu binlerce yılın ardından Cumhuriyeti kurmayı başaran, içinde şiddet bulunmayan farklı görüş ve inançların yer aldığı eksiksiz demokrasi için mücadele eden bizden öncekilerin başardıklarına bakarak söylemeliyiz.

Bu kez biz başarmalıyız. Kan, gözyaşı, acı, adaletsizlik, akılsızlık, vicdansızlık, yoksulluk, yalancılık, sahtecilik, iftiracılık ortadan kalkmalıdır. Bunları bizler ortadan kaldırmalı, gelecek kuşaklar sürdürmelidir.

İşte o zaman Türkiye ve hatta Dünya, silahsız ve şiddetsiz yaşanan gerçek cennet haline gelecektir.

Haydi, her yerde ve her zaman, sevgi, dostluk ve barış dolu Türkiye ve Dünya için, kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde… Haydi, melekleşmiş insanlar, haydi.