Boşuna siyasette 24 saat bile çok önemlidir denmemiş Türkiye’de de 24 saat içinde denklem değişti ve yeni bir hal ortaya çıktı.
Peş peşe gelen iki olay katledilen Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş ve bu cinayete Bahçeli, MHP ve Ülkü Ocaklarının sessiz kalması ile arkasından gelen Kahramanmaraş depremi siyasetteki fay hatlarını da boylu boyunca çatlattı.
Çok uzunca bir süredir Cumhur İttifakının sergilediği son derecede kötü yönetim biçimi ve arka arkaya gelen başarısızlıklar önümüzdeki seçimlerde Cumhur İttifakı adayının seçilmesini neredeyse imkânsız bir hale getirmişti.
Zaten derin bir ekonomik kriz vardı birde bunun üzerine gelen Covid 19 pandemisinde iktidar üç beş maske dağıtmayı bile becerememiş, diğer ülkelerin yaptığı gibi halka para dağıtmak bir yana durmadan IBAN gönderip para istemiş ve salgını da fevkalade kötü yönetmişti.
Salgın falan derken ekonomik kriz derinleştikçe derinleşti, kurlar zıpladı, rezervler eridi, enflasyon üç hanelere fırladı, insanlar yoksulluğa savruldu, durum buyken üzerine birde Kahramanmaraş depremleri geldi.
Açık ve net söylemek gerekirse bu depremler AKP iktidarının inşaat işlerini en iyi biz biliriz söylemini yerle yeksan etmiş, iktidarın bütün foyasını ortaya çıkarmıştır.
Bu depremle birlikte son yirmi yıldır ülkeyi kasıp kavuran yolsuzluğa batmış, gözünü para bürümüş, akla bilime önem vermeyen ahlaksız politikacı-bürokrat-müteahhit üçgeni ayan beyan ortaya çıktı. Dahası iktidarın deprem sonrası özellikle de ilk 72 saat boyunca müdahalede son derecede geç ve yetersiz kalması olacağı iyi bilinen büyük bir depreme de hazır olunmadığını ortaya koydu. Yaşanan Kızılay ve AFAD skandalları da bu halin üzerine resmen tuz biber ekti.
Bütün bunlar bir araya gelince anlaşılan Akşener kendisi ve partisi adına ciddi bir fırsat gördü.
Fırsat gördü çünkü artık kazanacak aday söylemi anlamını yitirmiş kazanamayacak aday kalmamıştı…
Bu yaşanan rezaletlerden sonra birçok kişi “bırakın Kılıçdaroğlu’nu ıslak banyo terliği çıkarsalar fark etmez o kazanır” demeye başlamıştı.
Bu noktada Akşener Kılıçdaroğlu seçilebiliyorsa neden ben olmayayım diye düşünmüş olmalı.
Altılı masa kurulurken Akşener “ben aday değilim, benim hedefim parlamenter sisteme geçilince başbakan olmak” diye bir açıklama yapmış ve kendini gereksiz yere bağlamıştı. Görünen o ki bu noktada altılı masa içinde kaldıkça Akşener’in aday olması ve adaylığını kabul ettirmesi mümkün görünmedi.
Benim kimseye ihtiyacım yok, bu yaşanan rezaletlerden sonra AKP ve MHP’den kopacak seçmen zaten doğal olarak bize gelir, CHP ile kurduğumuz birliktelik bu gelişin de önünü kesiyor varsayımıyla masadan kalkmaya karar verdi.
Masadan kalkmak ve aday olabilmek için iyi bir gerekçe bulması ve bu hareketini seçmen nezdinde meşru kılması gerekiyordu. Kılıçdaroğlu seçilemez bize kazanacak aday lazım söylemi iyi bir gerekçe olarak görüldü, lakin yeterli değildi birde kabul edilmeyecek fakat çözüme yönelik ve iyi niyetli görünen bir teklifte bulunması gerekiyordu. Bu noktada Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını ileri sürdü.
Masadaki diğer partiler bu teklifi kabul etmeyince de son derecede sert ve itham edici ifadeler ile dolu bir açıklama ile masadan kalktı.
Bu saatten sonra bence Akşener’in hedefi aday olarak çıkıp asgaride en iyi ikinci olmaktır.
Malum yeni sistemde iktidarı belirleyen matematik geçerli oyların % 50 + 1’ini almak.
İlk turda hiç kimse bu oranı yakalayamazsa ikinci tur seçime en çok oy alan iki aday kalıyor, ikinci tur bir oylama daha yapılıyor ve bu oylamada gene geçerli oyların % 50 + 1’ini alan seçiliyor.
Bu hareketten sonra hem Cumhur İttifakı ve hem de muhalefet adayının ilk turda % 50 + 1’i bulması artık çok zayıf bir olasılık. Dolayısı ile seçimin sonucu çok büyük bir olasılıkla ikinci turda beli olacak Akşener’in hesabı ikinci tura kalan en iyi ikinci ben olursam muhalefet Erdoğan’a karşı ister istemez benim etrafımda konsolide olur ve ben kimseye ihtiyaç duymadan seçilirim üzerine bina edilmiş.
Fakat ben bu noktada Akşener ve İYİ Parti kurmaylarının seçmen tepki ve davranışlarını çok doğru öngöremediğini düşünüyorum.
Benim gözlemim kazanacak aday tartışmalarının anlamsız bir hale geldiği bu günlerde masadan kalkmanın siyaseten intihar olduğu ve büyük bir seçmen öfkesi doğuracağı yönünde.
Peki, bu tutum Cumhur İttifakının işine yarar mı? Onu da pek sanmıyorum…