İnsanların yaşamak varlıklarını ve nesillerini sürdürebilmek için üretim yapmak zorunda olduklarını biliyoruz, bende bu konuda birkaç makale yazdım.
Üretimin nasıl hangi yöntemlerle yapıldığını ve ne ürettiğimizi bir kenara bırakırsak toplumda çözmemiz gereken en önemli sorun; kim neyi ne kadar üretecek ve kim neyi ne kadar tüketecek sorunudur. Bu cümledeki kim neyi ne kadar tüketecek sorunu kısaca bölüşüm sorunu olarak adlandırılır ki tarihteki en önemli toplumsal sorundur.
İnsan üretimi bir başına yapsa zaten sorun olmaz ne üretirse ne kadar üretirse bir başına tüketir geçer gider ama kazın ayağı öyle değil insanlar topluluklar halinde yaşar ve topluluklar halinde üretim yapar ki bu noktadan itibaren de otomatik olarak bölüşüm sorunu da ortaya çıkar.
Bölüşüm sorunu aralarında kan bağı olan veyahut da birbirini tanıyan insanlar arasında çok daha kolay çözülebilir ve lakin birbirini hiç tanımayan insanlar arasındaki bölüşüm sorununu çözmek son derecede zordur.
Aslında bölüşüm sorunu üretim yapmasalar bile doğadaki diğer canlılarda da vardır ama onlar bölüşüm sorununu güç kullanarak çözer, güçlü olan her şeyi alır güçsüz olan yoksun kalır ama bu elbette ki insani bir çözüm yöntemi değildir.
Tabi ki biz insanlar arasındaki bölüşüm sorununu çözmekle yükümlüyüz ve genel olarak bölüşüm sorunu en çok da ihtiyaç duyulan şeyin kıt olmasında ortaya çıkar.
Konuyu bir örnekle açmaya çalışayım birbirini tanıyan iki arkadaş normal hayatlarında birlikte yiyip içip, paylaşmaktan çekinmeyebilir. Örneğin biri diğerini evinde misafir edip yüzme havuzunda birlikte eğlenmekten kaçınmaz yani koskoca bir havuz suyu sorunsuz bölüşebilir. Fakat aynı arkadaşlar çocukları ile birlikte yolculuk yaparken uçakları bir çöle düşse ve sadece birini ve onun çocuğunu çölden çıkaracak kadar suları olsa bir bardak su için kıyamet kopar, insanlar bir bardak su için gırtlak gırtlağa gelir.
Bu küçük örnekte ortaya çıkan şey şu bölüşüm sorununu çözmek istiyorsanız öncelikle kıtlık sorununu çözmeniz gerekmektedir. Herhangi bir şeyin marjinal faydası ne kadar düşükse o şeyin bölüşümünde bir sorun çıkma olasılığı da o kadar düşük olmaktadır.
Sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan ve bilgisayar devrimi ile birlikte ortaya çıkan üretim artışı nüfus geçmişe oranla çok ama çok daha yüksek sayılara çıkmış olsa bile bölüşüm sorunlarının hafiflemesine yol açmıştır.
Buna rağmen hala bölüşüm sorunu toplumun en önemli sorunudur ve bu sorunu herkesin rıza göstereceği adil bir yöntemle çözme gereksinimimizde devam etmektedir.
Bölüşüm konusunda rıza ve adalet iki gibi iki soyut ve insani kavram çok önemlidir ve bu iki kavram üzerinde çok geniş bir mutabakat olmadığı müddetçe de barışıl bir toplum oluşturulamaz.
Bu yüzden de atalarımızın “biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” sözünü hiç akıldan çıkarmamalıyız.
Bunu söylemek kolay da adalet ve rızayı sağlamak o kadar kolay değil çünkü en temelinde bu iki kavramı belirleyen unsur insanın içgüdüleri ve duygu durumudur.
Örneğin bir sürü oyuncak varken bile bazen iki kardeş aynı oyuncakla oynamak ister ve bu yüzden kavga çıkar değil mi?
Birçoğunuz bu ya da buna benzer durumları hayatınızda defalarca yaşamadınız mı? Elbette ki yaşamışınızdır ihtiyaçtan değil de tamamen duygusal nedenlerden kaynaklanan böyle durumları çözmek ise ancak bir eğitim işidir.
Adalet kavramı da her daim kolay kolay üzerinde uzlaşılabilecek bir kavram değildir. Eşitlik dahi her durumda adaleti sağlamaya yetişmez. Bunu da bir örnekle açayım evde iyileşebilmek için protein alması gereken bir hasta varken kıt olan eti bir sürü kişiye bölüştürmek sizce adil bir çözüm olur mu?
Cevaplanması zor bir soru oldu değil mi?
En nihayetinde bölüşüm sorununu çözecek kolay bir yöntem yok lakin en sağlam yol ihtiyaçlara yetecek kadar üretim yapıp ürünün marjinal faydasını minimuma indirmektir ekonomi politikaları bu yönde şekillendirilmelidir.