BİZİM ÇOCUKLUK YILLARIMIZ

Benim çocukluğum hep sokaklarda geçti. Hani büyükler hep der ya” it gibi ne dolaşıyorsun”. Ben ve arkadaşlarım için de mahalle sokak, dağ tepede dolaşmak her zaman bir oyundu. Bu sözü de sürekli duyardık!

Bazı komşularımızın çok büyük bahçeleri vardı, bize kesinlikle meyvelerinden zırnık koklatmazlardı, çok pinti komşulardı. Akşam karanlığında arkadaşlarımla bunların bahçelerine dalar elma, kiraz, vişne, ay çekirdeği çalardık.

Tornetimle pazarda yük taşır dondurma parası kazanırdım. Tezgâh üstünde çamaşır satanların göğüslerine bağladıkları giysilere “ikizler takke” diye bağırdıklarında yüzüm kızararak onları izlerdim. Sonradan öğrendim ki o ikizler sutyenmiş.

Okuldan büyük abilere takılıp dere kenarına kaçar, donlarımızla serin sularda yüzmeye çalışırdık. Bizimki yüzme değil çırpınmaydı. Ama ilk yüzme deneylerim derelerde olmuştur. Biraz serinleyince yaz sıcağında dere kenarında maç yapardık. Topumuz dereye kaçardı kendini dereye girmeye feda eden topumuzu dereden çıkaran arkadaşımızın sayesinde biraz dinlenip tekrar maçımıza devam ederdik.

Haftada bir gün tüm mahalleli toplanıp akşam açık hava sinemasında gidip tahta sandalyelerde oturup çekirdek yiyip gazoz içerek siyah beyaz Türk film izlemek hepimiz için en büyük ödüldü.

Mahallemizin her evin kapısı bize sonuna kadar açıktı. Kadınlar teyze, hala, abla, erkekler amca, abi, dayımızdı. Acıkmak hiç sorun değildi. Ekmeğimize Vita yağı üstüne toz şekeri serpip ya da salça sürüp yemek en büyük ziyafetimizdi.

Televizyonun mahallemize geldiği ilk günlerde, evine ilk televizyon alan komşumuz evinde komşuları ağırlayamadığı için bahçeye koyduğu televizyonu izlemek bizim için büyük şölen gibiydi.

Sabahtan akşama kadar top peşinde koştuktan sonra içimizin ateşini söndürmek için bahçelerin çeşmelerinden kana kana su içmek en güzel keyifti.

Ders çalışmak bazen eziyet olsa da teneffüs ya da derslerin bitiminden sonra sokaklarda olma hayali yaşamımızın anlamıydı.

Mahalleler arası bazen Cüneyt Arkın gibi Malkoçoğlu olur çatılardan atlar, bazen Kartal Tibet’in Tarkan’ı olur dövüşürdük. Bu dövüşlerde kimsenin burnu bile kanamazdı.

Kızlarla beş taş oynamak, evlerinin penceresine ayna tutmak ilk aşk oyunlarının stajı olduğunu bilmezdik.

Henüz elektrik direkleri ve tellerinin olmadığı yıllarda, uçurtmalarımız hayallerimizi alıp bulutlarla dans eder, çıtalılarımız uzun kuyrukları ile tellere direklere takılmadan rüzgârla sevişirdi sanki.

Annemizin attığı terlikler hedefi her zaman vuru bunu nasıl başardığını düşünürdük.

Çocuklar için parkların olmadığı yıllarımızda bizim parkımız boş arsalar ya da evlerin damı olurdu.

Güvercin besleyen abilerimizin düşmeden damdan dama koşmaları kedilerin bile dikkatini çekerdi.

Tornetlerimizle kayar düşer ya da bir yere çarpardık. Yara bandının hayatımıza girmediği günlerde çoğu zaman elimiz ayağımızı kanatır, kanayan yerimiz emerek yere tükürür, tedavimiz sokakta hallederdik.

Dolmuş duraklarında ya da pazarda zabıtadan kaçarak testilerimizle yaz günü susayanlara su satmanın o heyecanını yaşardık. Zabıtaya yakalandığımızda testimizi yere atıp parçalayan zabıtalara kinle bakar gözyaşı dökerdik. Ama kinimiz uzun sürmezdi. Parası olmayana bedava su vermek en güzel sevaptı.

Gece yarıları duvarlara yazı(slogan) yazan abileri perdelerimizin arkasından merakla seyrederdik.

Mahallemize at arabasının üstünde ayakta gelen satıcıların nasıl düşmeden ayakta durdukları bizim için hep merak konusu olduğundan dolayı bizde belediye otobüsüne bindiğimizde ayakta yolculuk yapıp nasıl dengede durduğumuzu yolculara gösterip şov yapmak en güzel eğlencemiz olurdu.

Teksas, Tommiks, Zagor, Kaptan Swing, Tom Braks en sevdiğim çizgi romanlardı. Bu kitapları okuduktan sonra sinema önlerinde kurulan tezgahlarda kitapları değiş tokuş etmek çok güzeldi.

Büyük abilerimizin gizli saklı okuduğu resimli çıplak dergilere onlardan habersiz bakmak yüzümüzün kızarması ve en büyük utancımız olurdu.

Mahallemizde kurulan bisiklet panayırında çoğu zaman bisiklete binecek paramız olmazdı.

Olunca da iki tekerlekli değil üç tekerlekli bisiklete binmeyi tercih ederdik. Hayatımızı garantiye almak o yıllardan kaldı.

Misket oynamak dünyanın yaratılışından bu yana en zevkli oyundu bizim için. Gazoz kapaklarına (lik) derdik.

Ceviz oynardık. Her oyuncu üçer dörder ceviz yere koyar ve oyuna dâhil olurdu. Bazı arkadaşlarımız nerden gördüğünü bilmiyorum. Başlık dediğimiz cevizin içini bir şekilde boşaltıp içine kurşun eritip koyardı. Cevizin ağırlığı artınca yere dizilen cevizleri vurmak oyunu kazanma şansınız artırırdı.

Sepeti kolunda kıp kırmızı horoz şeklinde şeker satan amca mahallemize gelirdi. Bizde kendisiyle bütün mahalleyi peşine takılıp gezerdik. Aldığımız ince çubuğa saplı horoz şekerini saatlerce yalar dudaklarımız kıp kırmızı olurdu. Horoz şekerinin önce ibiğini yiyerek yemeye başlardık. En son Horoz şekerinin ağaç sapı kalırdı dişlerimizin arasında. Bizim tatlı keyfimiz horoz şekerimizdi.

Boynuna bağladığı ip ve burnunda halkası ile ayı oynatan amcalar elinde tefi ile ayı oynatırdı. En klasik ayı komutu “Hadi kızım teyzeler hamamda nasıl bayılır?”  ile ayı yere sırt üstü yatar karnını kaşırdı. Gösteriden sonra elindeki tefle dolaşıp para toplardı. Ayı oynatan amcanın peşine takılır mahalle mahalle gezerdik.

Erkek çocukların en büyük kâbusu sünnetçi amcaydı. Sokak aralarında “sünetçiii“ diye bağıra çağıra gezen bu adam ben dahil mahallede ki birçok arkadaşımı sünnet etmişti. Mesleği arasında berberlik, diş çekme, sırt ve bel ağrıları için merhem satma da vardı. Adam bildiğiniz İsviçre çakısı gibiydi.

Bizim çocukluluğumuzda her şeye sanki daha güzeldi. Şimdiki çocuklar çocuklarımız apartman bilgisayar telefon üçgeninde genetikleri değişmiş bir hayatın içinde konserve gibi yaşıyorlar maalesef.

Oysa bizde çocuktuk.

*Şair, ”Özcan Öztürk” arkadaşımın “ELVEDA “kitabında “Çocuk olsaydım” şiirinden yola çıkarak bu anılarımı kendisinden izin alarak yazdım. Cemal Süreya da "öykü'yü, şiirin uzun saçlı kız kardeşi" olarak tanımlamış. Şairlik de bu değil midir zaten; okuyanı bambaşka dünyalara götürebilme yetisi. Teşekkürler Özcan Öztürk, bu anılarımı yeniden anımsattığın için. Herkese de öneririm bu kitabı.