Sanat salt estetik bir mesele değil, aynı zamanda bir direniştir…demiş usta..
Camus’nün 1957’de gerçekleştirdiği Nobel konuşması ile Uppsala Üniversitesi’nde verdiği konferansı bir araya getiren ‘ALBERT CAMUS/Yaratma Tehlikesi’ kitabı, eserlerini 20. yüzyılın büyük tarihî değişimleri sırasında inşa eden sanatçıların karşı karşıya geldiği güçlükleri ve onların toplumdaki yerini tartışıyor. Yaratma Tehlikesi, “sanat için sanat” ve gerçekçi sanat yaklaşımlarını irdeleyen, her çağın sanatçısına yönelik yankı uyandırıcı bir direniş çağrısı. Camus üzerine https://sonsoz.com.tr/her-sey-bana-yabanci-size/ bu sütunlarda yazdığım yazıda onunla olan hukukumdan ayrıntılı bahsetmiş, Gene ne varsa Camus’da var https://sonsoz.com.tr/gene-ne-varsa-camusde-var/ demiştim. Pandemi döneminde ise https://sonsoz.com.tr/camusnun-vebasini-yeniden-okumanin-tam-zamanidir/ VEBA’yı okumanın tam zamanıdır dedim. Aslında her zaman Camus’yu okumanın zamanıdır.. Usta şöyle diyor: “Cesaret eksikliği için her zaman bir felsefe vardır.” Ya da “Gerçekleştirilen her eylem bir köleliktir. Bir üst düzeydeki eyleme zorlar.” İş yapmaktansa mazeret üreten insanları silkelerken, başarının kölesi olanları da kurban olmakla yaftalamış. “Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.” Camus burada, hayatın bir anlamını aramanın boşuna bir uğraş olduğunu, sonunda hiçbir anlam bulamayacağımızı; fakat bunun hayatı en güzel şekilde yaşamamızın önünde bir engel oluşturmaması gerektiğini savunur.
Sisifos Söyleni’de tüm bunlardan bahsederken Camus, fikirlerini Yabancı kitabındaki ana karakteri Mösyö Meursault’ta kişiliğe büründürür. Mösyö Meursault, hayatın bir anlamı bulunmadığının bilincindedir; fakat dilediği her şeyi yapmakta özgür hisseder kendini. Hayatını kendi biçimlendirir. Kelimenin tam anlamıyla “absürt” yaşamaktadır. Sadece Sisifos bile Camus büyüklüğünü gösteriri. Yunan Tanrıları tarafından taş yuvarlama cezasına çarptırılan mitolojik karakter Sisifos, taşı bir dağın zirvesine taşımakla cezalandırılmıştı ve taş hedefe her ulaştığında aşağı düşmekteydi. Albert Camus bu sembolü absürdizm ile bağdaşlaştırmıştır. Camus, bu imgeyle şu mesajı verdi: “Yaşamın anlamı, Sisifos’un taşımakla yükümlü olduğu taştır fakat bu taş tam hedefe vardığında kısır döngünün bir ögesi olarak geri yuvarlanır; hayatın anlamı yoktur, onu ararken boşuna uğraşmış olursunuz. Bu bakımdan yaşamın anlamını bulmaya çalışmayın, yaşamı yaşamaya çalışın. ”Defterlerinden aktarımlara dönelim; “Yanlış düşüncelere yönlendirilmiş olmasaydık ,bu dünyada hiçbir şey yapamayacaktık” diyen Fontenelle’ye hak vermiş olmalı ki altını çizmiş. Montesquieu’dan; yaptığı “Büyük bir budalalığa değecek kimi budalalıklar vardır” alıntısı neredeyse tüm insan yaşamının döngüsünü özetler.
Bitirirken “Saçmanın Efendisi”nin estetik ve yaratma üzerine söylediklerinden bir tutam vererek hararetle kitabı okumanızı tavsiye ediyorum… “Sanat, bana göre kişisel bir zevk ürünü değil de insanların sahip olduğu ortak acıların ve zevklerin ayrıcalıklı bir tasvirini sunarak onların duygularına hitap etme biçimidir…Sanat, sanatçı inzivasından çıkmaya zorlar; onun en alçakgönüllü ve evrensel hakikate boyun eğmesini sağlar. Sanat için sanat yaklaşımının ele alındığı konular ve üslubu yüzünden kitleler tarafından anlaşılmayacağından ya da bu kitlelerin hakikati ile ilgili bir şey ifade etmediğinden emin olan insanlar, sanatçının mümkün olan en çok sayıda insana hitap etmesini ve eserlerinde bu insanları işlemesini istemişlerdir. Sanatçı, insanların acılarını ve mutluluklarının herkesin anlayacağı ortak bir dile dökerse herkes tarafından anlaşılabilecek, hakikate karşı beslediği mutlak bağlılıkla insanlar arasında evrensel bir iletişim kurma şansı elde edebilecektir…”