BİR ULUSUN HAFIZASINA YOLCULUK

Cesaretin ve vakar’ın buluştuğu yer: Cumhuriyet’in kalbi Ankara.

Ankara o sabah, tarihle yeniden buluştu.

Atatürkçü Düşünce Derneği Çankaya Şubesi ile Ankara Kent Konseyi Kültür ve Sanat Meclisi’nin ortaklaşa düzenlediği

“Atatürk ve İsmet İnönü: Bir Ulusun Hafızasına Yolculuk” paneli, yalnızca bir etkinlik değil, bir duygunun, bir borcun, bir hatırlamanın ifadesiydi.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümünde salonu saran sessizlik, yalnızca saygının değil; özlemin, minnetin ve sarsılmaz bağlılığın sessiz yankısıydı.

Kürsüye çıkan her isim, yalnızca konuşmak için değil; bir hafızayı, bir mirası, bir ulusun vicdanını yeniden diriltmek için oradaydı.

O anlarda kelimeler değil, anılar konuşuyordu.

Her cümle Cumhuriyet’in kalbinde yankılanıyor, geçmişle bugünü birbirine bağlıyordu.

Bir hafızanın yaşayan sesi;

Ayşe Gülsün Bilgehan…

Bir soyadından çok daha fazlası; bir hatıranın yaşayan sesi, bir zarafetin devamı. Yüzünde dedesi İsmet İnönü’nün vakarını, sesinde Mevhibe Hanım’ın sükunetini taşıyor. Ama o vakar da o zarafet de geçmişte kalmıyor; her kelimesinde, her bakışında yeniden hayat buluyor.

fi

Onu dinlerken salonda bir sessizlik oluşuyor.

Sanki kelimeler değil, duygular nefes alıyor.

“Unutmak,” diyor Bilgehan, “bir ulusun en sessiz yenilgisidir.”

Ve o anda herkes anlıyor: Hatırlamak, yalnızca bir görev değil; bir vefa borcudur.

“Mevhibe; Bir Cumhuriyet Kadını” adlı kitabından söz ederken sesi titriyor o titreme bir duygusuzluk değil, yüzyıllık bir vefanın yankısı.

Çünkü o kitap bir biyografi değil; Cumhuriyet’in vicdanını, bir kadının sabrını, bir dönemin sessiz kahramanlığını anlatan canlı bir tanıklıktır.

Satır aralarına çay kokusu, dua, bekleyiş ve umut sinmiş.

Okuyucu, Mevhibe Hanım’ın zarif gücünde bir dönemin bütün kadınlarının onurunu hissediyor.

“Cumhuriyet,” diyor Bilgehan,

“sadece bir yönetim biçimi değil, bir karakter meselesidir.”

Ve salondaki herkes biliyor ki, o karakter Mevhibe Hanım’ın kalbinden bugüne, Gülsün Bilgehan’ın sesiyle taşınıyor.

“Cesaretin ve vakarın adı”

Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, kürsüye çıktığında sesi bir saygı selamı gibiydi:

“Bu toprakların hafızasında iki büyük isim vardır,” dedi,

“Biri cesaretin, diğeri vakar’ın adıdır: Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü.”

Elinde Gülsün Bilgehan’ın kitabını tutarak gülümsedi, kapağındaki imzayı gösterdi:

“Bu sadece bir kitap değil; Cumhuriyet’in vicdanına yazılmış bir teşekkür mektubudur.”

Salonda yankılanan sessizlik, o anın ağırlığını daha da derinleştirdi.

Çünkü herkes hissetti: Bu panel bir anma değil, bir hatırlama borcuydu.

“Bir ulusun ayağa kalkışı”

Ardından kürsüye çıkan ADD Çankaya Şube Başkanı Mustafa Kemal Yücel, söz söylemek için değil, duyurmak için geldi.

Sesinde tarih bilinci, gözlerinde vefa vardı.

“Bugün burada sadece iki lideri değil,” dedi,

“bir milletin yeniden ayağa kalkışını konuşuyoruz.”

“Atatürk bir devrimin aklıydı,” dedi Yücel,

“İsmet İnönü ise o devrimin vicdanı.

Biri yolu açtı, diğeri o yolu taş taş korudu.”

Bu iki insanın dostluğu, bir arkadaşlıktan çok daha fazlasıydı.

Bir Cumhuriyetin harcıydı.

Ve o harç hala bu ülkenin temellerinde dimdik duruyor.

Bir tokalaşmanın hikayesi;

Tarih 16 Aralık 1916.

Diyarbakır’da karla kaplı bir sabah…

Silvan’dan gelen Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Karargahı’na vardığında onu Kurmay Başkanı Albay İsmet Bey karşıladı.

İki askerin o gün sıkılan ellerinde bir milletin geleceği gizliydi.

O tokalaşma, yalnızca bir selam değil, bir kader başlangıcıydı.

O kışın ortasında verilen emirlerde, yazılan raporlarda şu satırlar vardı:

“Ciddi, faal, yüksek fikirli; kararlarında cesur ve doğru.”

O satırlar, geleceğin İsmet Paşasını müjdeliyordu.

Bir Dostluğun Mektupları

Yıllar geçti.

Savaş meydanlarından mektuplara, haritalardan protokollere uzanan bir dostluk doğdu.

Artık ikisi de yalnızca asker değil, Cumhuriyet’in iki kanadıydı.

Atatürk’ün 1938’de yazdığı mektup, tarihin en zarif satırlarından biridir:

“Sevgili dostum, kardeşim, aziz evladım İsmet,

Dün akşam yeni yıl tebriğini aldım; çok mütehassıs oldum…”

İsmet İnönü’nün cevabıysa bir ömürlük bağlılığın ifadesiydi:

“Muhterem Paşam,

Sizin şefkatli haberiniz bana ihya edici bir ilaç gibi geldi.”

Bu mektuplar, iki devlet adamı arasında değil; iki vicdan arasında yazılmıştı.

Diyarbakır’ın soğuğunda başlayan o bağ, Cumhuriyet’in ateşinde çelikleşti.

Biri “yaratan”, diğeri “yaşatan” oldu.

O günlerden bugüne uzanan her hikaye, Cumhuriyet’in bir karakter mirası olduğunu hatırlatıyor.

Panelin sonunda salondan çıkan herkesin gözünde aynı parıltı vardı.

Kimisi sessizdi, kimisi duygulu…

Ama herkes aynı cümleyi düşündü:

“Bu iki insan olmasaydı, biz olmazdık.”

Cumhuriyet, hala bu toprakların en güzel hikayesidir.

Ve o hikayenin iki adı vardır:

Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü.

Katılımcılardan Cumhuriyet’e vefa

Etkinliğe Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın eşi Nursen Yavaş ve annesi Nevin Kıvanç, ADD Eski Genel Başkanı Yekta Güngör Özden, Büyükelçi Metin Kılıç, Şevket Bülend Yahnici, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri ve çok sayıda Başkentli katıldı.

Cumhuriyet’in iki kahramanının dostluğu, Ankara’da bir kez daha aynı inançla, aynı minnetle hatırlandı.

Çünkü bu topraklarda hala yankılanan bir ses var:

“Yol arkadaşım, bu vatan seninle tamamlandı.”

SONSÖZ

Bazı insanlar yalnızca yaşadıkları döneme değil, bütün bir millete zamanın ötesinden dokunur. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü, bu ülkenin kaderini değiştiren iki yürektir.

Biri ateşi yakmış, diğeri o ateşi korumuştur.

Biri fırtınada yön tayin etmiş, diğeri o gemiyi limana ulaştırmıştır.

Bugün hala bu topraklarda özgürce nefes alabiliyorsak, o nefesin içinde onların payı vardır. Onlar, makamların değil; sorumlulukların ağırlığını taşımış iki insandı.

Ve belki de en çok bu yüzden, Türk milletinin vicdanında hala yan yana dururlar:

Biri aklın, diğeri sadakatin simgesi olarak.

Tarih bazen büyük savaşlarla değil, sessiz bir tokalaşmayla değişir. Diyarbakır’da sıkılan o ellerin arasına bir milletin geleceği sığmıştır.

Ve o tokalaşmadan doğan güven, bugün hala Cumhuriyet’in en sağlam temellerinden biridir.

“Unutmak, bir ulusun en sessiz yenilgisidir,” demişti Ayşe Gülsün Bilgehan…

İşte bu yüzden, hatırlamak yalnızca bir geçmiş borcu değil; geleceğe duyulan sadakattir.

Bir ulus, kahramanlarını anmayı bıraktığı gün değil, onları hissetmeyi unuttuğu gün eksilir.

Ama o gün salonda, herkes aynı duyguda birleşti:

Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değil, bir karakter mirasıdır.

Ve o miras, bu topraklarda yaşamaya devam ediyor. Her çocuğun gülüşünde, her annenin duasında, her vicdanın sessiz teşekküründe.

Çünkü bu ülkenin kalbinde hala aynı ses yankılanıyor:

“Yol arkadaşım, bu vatan seninle tamamlandı.”