Her gün arabamı park ettikten sonra iş yerime yürürken, yolumun üzerindeki kaldırım taşlarında, çalılık diplerinde, araba kaputlarının altında ya da apartman girişlerinde onları görüyorum. Bir selamlaşıyoruz, bir günaydınlaşıyoruz. Bu küçük ritüel, sabahın koşuşturması arasında bana huzur veriyor.
Geçenlerde bir arkadaşım, “Yazılarını okuyorum ama hep biraz hüzün var satırlarında” dedi. Haklıydı belki de. Çünkü bu ülkede pozitif bir şey yazmak artık kolay değil. Haberler, sokaklar, yüzler, her şey biraz yorgun. Ama düşündüm; madem öyle, o zaman ben de küçük şeylerden bahsedeyim dedim. Çünkü mutluluk artık büyük yerlerde değil, küçük anlarda gizli.
Mesela o Çankaya kedilerinde...
Yavrularıyla gezen bir anne kediyle göz göze geldiğimde, önce tetikte oluyor. Haklı olarak yavrusunu koruyor. Ama bakışlarımda zarar olmadığını anlayınca usulca yaklaşıyor, başını dizime sürtüyor. O anda aramızda kelimesiz bir güven doğuyor. Düşünsene, hayvan düşmanlığının bu kadar arttığı bir dünyada, bir sokak kedisinin insana güvenmesi ne kadar büyük bir şey aslında.
Bir de insanlar var bu hikâyede.
Onlarla da her sabah selamlaşıyoruz. Aynı kaldırımda, aynı kedilerin önünden geçen yabancılarla...
“Günaydın” diyoruz birbirimize.
Kısacık bir kelime ama bütün o yorgunluğu, bütün o memleket ağırlığını hafifletiyor. Bazen mutluluk, büyük mucizelerle gelmiyor.
Bir sokak kedisinin gözlerinde, tanımadığın birinin gülümsemesinde, sabahın o kısa sessizliğinde saklanıyor.
Belki de yaşamak tam olarak bu: Büyük dertlerin arasında küçük mutlulukları fark edebilmek.