Bir İşçi Sendikasız ve Sessizse, Vicdan da Susar

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’nın geçtiğimiz hafta yayımladığı sendika raporu, Türkiye’de iş gücünün örgütlenme düzeyinin alarm verdiğini söylüyor. Raporun dili teknik, ama mesajı çok net. Sendikasızlaşma, sadece işçinin değil, toplumun da sesini kısmaktır.


Bugün Türkiye’de, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Temmuz ayı istatistiklerine göre 17,4 milyon işçiden 2,4 milyonu sendikalı. Sendikalaşma oranı yüzde 14. Bu oran, OECD ortalamasının yarısından bile az. Oysa sendika, sadece ücret pazarlığı değil, iş yerinde söz hakkı, güvenceli çalışma, insanca muamele demektir. Bir işçi iş yerinde sesini çıkaramıyorsa, o toplumda adaletin sesi de kısılmış demektir.


Ama mesele sadece ücret değil, mesele vicdan, mesele insani dayanışma.
Filistin’de bir çocuk bombayla uyanırken, İtalya’da işçiler limanı kapattı. Geçtiğimiz ay, Filistin’de süren soykırıma karşı İtalya’daki işçi sendikaları, silah taşıyan gemilerin limanlara yanaşmasını engelledi. “Bu gemiler Gazze’ye ölüm taşıyor” diyerek limanları bloke ettiler. Bu, sadece bir dış politika tepkisi değil, örgütlü emeğin vicdanıydı. Bir işçi, sadece kendi ücretini değil, dünyanın öbür ucundaki çocuğun yaşam hakkını da savunabileceğini gösterdi.
Sendikalı olmak, sadece iş yerinde değil, dünyada da demokrasi ve özgürlükler hakkında söz sahibi olmaktır. Emeğin vicdanının örgütlenmesidir.


Sofra ile sendika arasındaki bağ


OECD raporu, Türkiye’de iş gücü verimliliğinin durağanlaştığını, özellikle hizmet sektöründe üretkenliğin düştüğünü söylüyor. Bunun nedenlerinden biri, çalışanların beceri geliştirme imkânlarının sınırlı olması. Sendikasız iş yerinde eğitim yok, denetim yok, güvenlik yok. İşçi sadece çalışıyor, susuyor, tükeniyor.


Bugün bir tekstil atölyesinde sabahın köründe işe başlayan işçi, akşam evine dönerken ne çocuklarının okuluna ne de kendi sağlığına dair bir güvence taşıyor. Çünkü örgütlü değil. Çünkü yalnız.


Demokrasi sadece sandıkta değil, iş yerinde de başlar


OECD, Türkiye’de demokratik katılımın zayıfladığını söylüyor. Bu sadece Meclis’teki sandalye sayısıyla ölçülecek bir şey değil. Demokrasi, iş yerinde başlar. Bir işçi, yönetime fikir sunabiliyorsa, iş yerinde alınan kararlarda söz sahibiyse, o toplumda demokrasi vardır.
Sendika, bu katılımın kurumsal yüzüdür. İşçinin sesi sendikayla duyulur. Sendikasız iş yerinde sessizlik hâkimdir. Sessizlik, sadece iş yerini değil, toplumu da karanlığa çeker.


Güvenlik mi, güvenceli yaşam mı?


OECD raporu, Türkiye’nin savunma harcamalarının arttığını, buna karşılık sosyal harcamaların gerilediğini söylüyor. Her savaşa ayrılan bütçe, halkın sofrasından eksilen bir lokma anlamına geliyor. Bir savaş uçağına ayrılan bütçeyle eğitimin güncel ihtiyaçlarını karşılayacak duruma getirilebilinir. Bir savunma tesisi yerine, binlerce işçiye eğitim ve sağlık desteği sağlanabilir. Bugün güvenlik adına yapılan her yatırım, işçinin güvencesinden kesiliyor. Sendikasız işçi, bu kesintiyi en derinden hissediyor. Çünkü ne sesi var ne de teminatı.


Sessizliği örgütlemek


Sendikalı olmak, sadece bir hak değil, aynı zamanda demokratik toplumun geleceğinin stratejidir. İş gücünün gelişmesi, toplumun güçlenmesi, demokrasinin kökleşmesi için sendikal yapılar güçlendirilmelidir. OECD’nin uyarısı budur. Bir işçi sessizse, vicdan da susar. Bu sessizliği örgütlemek, sadece işçinin değil, demokratik toplumunda sorumluluğudur.