Neden bu kadar çok insan 80’li yılları özlüyor biliyor musunuz? Çünkü o yıllarda “takip etmek” bir sosyal medya terimi değil, gerçekten birini uzaktan gizlice izlemekti. Hem de bazen köşe başından, bazen okul çıkışında… Ve genelde yakalanırdık. Biz birbirimizi ekrandan değil, sokakta tanırdık. Kimin hangi müziği sevdiğini öğrenmek için profiline değil, odasına misafir olurduk. Odada duvarlarda poster varsa, bilin ki o kişinin ruh hali oradadır: Bir Elvis varsa melankoliktir, bir Barış Manço varsa bilgedir, bir Madonna varsa özgür ruhludur.
Birini beğendiğimizde fotoğrafına kalp bırakmazdık, çünkü zaten kalbimizi o an düşürürdük. Sokakta, durakta, okul kantininde... Ve o kalp, “görülmedi” diye geri dönmezdi. Mesaj yazmazdık, mektup yazardık. Kalemi elimize aldığımızda parmaklarımız bile heyecanlanırdı. “Acaba nokta koysam fazla mı resmi olur?” diye düşünürdük. Üstelik yanlış yazınca silmek yoktu, en fazla “üzerine çiçek çizelim” taktiği. Görüntülü görüşme mi? Bizde o, pencere perdesini aralayıp “geliyor mu acaba?” bakışıydı. Sesini duymak kıymetliydi çünkü her an arayamazdık; ev telefonunu biri kaparsa mahvolurduk. Hele annen “kim arıyor gene seni?” dediyse, aşk o an kadardı.
Kimse dışarı çıktığımızda mesaj atmazdı, çünkü herkes dışarıdaydı zaten. Otobüste insanlar camdan dışarıya bakar, yağmur damlalarıyla yarış yapardı. Şimdi herkes birbirinin hikâyesine bakıyor. Oysa asıl hikâye dışarıda, yağmurda, insanda… Restoranlarda “bildirim” değil, muhabbet olurdu masada. Bir tabak çorba, bir radyo, bir kahkaha… Barda “konum at” değil, “orada buluşalım” denirdi. Ve o buluşmalar asla “çevrimdışı” kalmazdı. Ve belki de en güzeli…
Dokunmanın kıymetini bilirdik. Çünkü temas vardı. Bir omuz dokunuşu, bir selam, bir el sıkışması… Hiçbir “emoji” o sıcaklığı vermezdi. Bizim zamanımızda “story” değil, “dedikodu” vardı; üstelik 24 saat değil, ömür boyu kalırdı. “Takip et” deyince, gerçekten yürüyüp peşine düşerdik. “Beğenmedim” butonu yoktu, ama suratımızdan anlardınız zaten. “Görülmedi” diye üzülmezdik, çünkü kimse “görünmez modda” değildi. Ve en önemlisi… “Pil bitti” bahanesi yoktu; sadece “babam telefonu kapattı” vardı. 80’lerde sanal hiçbir şey yoktu ama her şey gerçekti. Gülüşler filtresizdi, sohbetler kesintisizdi, dostluklar kablosuzdu. Ve en güzeli… İnsan insana yakındı. Şimdi Wi-Fi var ama bağlantı zayıf.