Sırrı Ayhan
Sırrı Ayhan 1961 Yılında Adıyaman –Kahta’da dokuz çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu bitirdikten sonra ortaokul sınavlarını dışardan verdi. Siyasi nedenlerden tutuklandığı için liseyi bitiremedi.
1989 yılında Almanya’ya yerleşti. Düsseldorf’ta taksi şoförlüğü yapıyor, bir yandan da yazıyor.
PEN’a Kurd üyesi. Alman Yazarlar birliği üyesi.
Yayınlanmış Eserleri:
Eksik Hayatlar -Öykü Peri yayınları. (2003)
Berberin Dansı -Roman Belge yayınları. Türkçe (2008)
Dikiz Aynasında Yüzler. Ozan yayıncılık. (2019)
Dünya Dar İnsan Derya (2023)
Sırrı Ayhan’ın BERBERİN DANSI isimli kitabı, gerçek yaşamının hikayesidir. Dünyanın bir başka ülkelerinde olsa bu hayat nasıl yaşanırdı sorunun cevabını bulmak zor ama bilinen bir gerçek var, bundan daha olumsuzluklarla donatılı olamazdı.
BERBERİN DANSI hakkında çok şey yazabileceğimi düşünmüyorum, çünkü mücadeleler, başarılar, tutsaklıklar, korkular kendinle yüzleşmeler bir ömre sığıyor da bir köşe yazısına sığmıyor.
Sıcak/pratik mücadelenin içinden uzaklaştığında kendinle çelişmeler kısacası romanı roman yapan insana dair her şey var. Dolayısıyla köşe yazısına sığma ihtimali sıfır. Belki iyi bir şair bir şiire sığdırabilir.
İnsansanız, can taşıyorsanız, korkuyor da olabilirsiniz, yaşama gailesi taşıyor da olabilirsiniz. Yoksuzluğun ve ümitsizliğin sizi çepeçevre sardığında, maddi olanaklarınızın yetersiz hatta yok denilecek durumda olduğunuzda, bir de amansız bir hastalığa yakalanmışsanız ve kendi göbeğinizi kendiniz kesmek zorunda kalırsanız yarın ne yaşayacağınızı ve nelerden ödün vereceğinizi kestiremezsiniz.
Gazeteci/Yazar; Feridun Andaç, şöyle diyor Berberin dansı ile ilgili değerlendirmesinde; “…O sürüklenişin öyküsüne ne bir romanda ne de bir filmde rastlayabiliriz. Trajik olduğu kadar derin anlamlar içeriyor… Sonrasında ise mülteciliğe giden uzun bir yol… Bir Anka öyküsü gibi… Hayatın anlamını yazmakta bulan bu genç adamın bir ömre sığdırdığı birkaç ömrün tanıklığını dinlerken ürperiyordum…”
Yazar Ayhan’ın; 12 Eylül askeri darbesiyle başlayan hikayesi, tahliyesinin sonunda, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde işe başlamasıyla ve pek çok olaylar yaşadıktan sonra berberhaneye geçmesiyle onun yaşayışı da başka bir yöne evriliyor.
Hastanedeki insan ilişkileri, doktor/hasta, ast/üst, hemşire/doktor, kıdemli/acemi varlıklı hasta, yoksul hasta ve daha pek çok çelişkiye dikkat çeken Ayhan, yazarken kalemini lehine kullanmadan, her şeyi tüm çıplaklığıyla romanına yansıtmış.
Kendi çelişkilerini, cinsel açlığını, memuriyetin getirdiği rahatlığın kendisinde yarattığı yılgınlığı, kendisinin başrolde olduğu, tanıklık ettiği her şeyi tarihe not düşmek için yazmış.
Çoğu yazarın kalemini kendisinin ya da dahil olduğu grubun lehine kullandığını düşünürsek, Ayhan’ın mütevazılığının hakkını teslim etmemiz, hakkaniyetli bir durum olur kanısındayım.
İkinci kişi olarak, hiçbir değerlendirmenin kitabın içeriğini okuyucuya anlatmasına olanak yoktur. Her okuyucu kendi değerlendirmesini daha sağlıklı yapacaktır elbette. Benim buradaki amacım sadece “” BERBERİN DANSI’na dikkat çekmek. Kısa bir bölümle yazımı bitirmek istiyorum.
“Yarım ay şeklindeki koridorun orta yerinde önlerine çıkan yeni bir kapı şaşırttı Can’ı. Evet, burası bir hastane değil, cezaeviydi. O da tufaya düşürülmüş, yeniden tutsak edilmişti işte! Kulübede oturan gardiyan yüzlü adam ‘Beni rahatsız etmeyin’ der gibi bakıyordu. Sıkıntılı bir sesle “Ne var yine Ömer Efendi?” diye sordu Can’ın yanındaki adama. “Bu arkadaş burada yeni işe başladı Ali Efendi” diye Can’ı gösterdi. “Onu servise teslim edeceksin!” Vay be, herkes birbirine emrediyor burada’ diye düşündü Can. Adam kulübeden çıktı, “Gel arkamdan hemşerim” diyerek Can’ın nereye açıldığını bilmediği kapıyı anahtarla açtı, içeriye girdi ve yeni bir koridorun başlangıcındaki bir odaya kapıyı çalmadan girdi. Can arkasından girince de Ali Efendi içeride oturan bir kadına “Hemşire Hanım, bu arkadaşı müdür bey gönderdi, burada çalışacakmış, kendisine görevlerini anlatırsınız artık” dedi ve çıktı gitti. Kısa boylu, biraz topluca, etine dolgun, esmer, kapkara saçlı hemşire oturduğu sandalyeden kalkmadan, “Hoş geldin efendi” dedi, “Adın ne?”
“Can!”
“Can, kimin canısın sen anam? Ne güzel bir isim böyle? Burada Ali’den Ömer’den geçilmiyor. Neyse benim adım da Elif. Nöbetçi hemşireyim bugün. Başhemşire gelmedi daha. Ama ben de anlatabilirim sana her şeyi. Ne içersin?”
“Eğer mümkünse bir çay içerim efendim,” dedi Can.
Nedense bir eziklik kaplamıştı içini. Hemşire dalgasını geçiyordu ve o bir tek söz bile söyleyemiyordu. Hemşire kapıyı açtı, koridora “Ali Efendi bize iki çay!” diye bağırdı, sonra gelip sandalyesine oturdu, Can’ı uzunca bir süre tepeden tırnağa süzdü, nedense gülümsedi ve “Bak Can Efendi” dedi, “Bu oda hemşire odasıdır. Hasta bakıcıların buraya izinsiz girmesi yasaktır. Onlar ön kısımda otururlar. Hem hastalara göz kulak olurlar hem de hemşirelerin ve doktorun dediklerini yerine getirirler, anladın mı?”
“Anladım hemşire hanım” dedi Can. O sırada Ali Efendi çayları getirdi, masanın üzerine bıraktı. Hemşire oturuyordu ama Can hala ayaktaydı. Hemşire de otur demeye niyetli görünmüyordu.
“Al çayını” dedi hemşire, sonra, “Hiçbir hastayı bu kapıdan içeri bırakmayacaksın! Devamlı hastalarla aranda bir mesafe kalsın! Onlarla kesinlikle samimi olmayacaksın! Ne yapacakları hiç belli olmaz. Dikkat et, sana arkadan saldırmasınlar. Devamlı tetikte olmalısın. Senin görevin servisin temizliği ve bizim dediklerimizi yapmak olacak, tamam mı?”
Can başını öne eğdi, “Tamam hemşire hanım” dedi. Ama kadının susmaya niyeti yoktu, “Dikkat et, hiçbir hastanın kaçmasına göz yumma!” diye emretti, “Herhangi bir hastanın firarı başını çok ağrıtabilir, güzelim işinden de olursun, canın sıkılır Can Efendi! Baktın ki rahat durmuyorlar bir iki tane çakarsın. Artık diğer ayrıntıları da arada bir birlikte çalışacağın Ali Efendi anlatır sana.”
Hemşire kapı önünde oturan bir adama “Ali Efendi, gel hele” dedi, adam içeriye girince, “Can Efendi’yle bundan sonra birlikte çalışacaksınız” diye ekledi. “Ne tür işler yapacağını, görevlerini ona anlatıver. Unutma, efendiye bir de görevli gömleği ver giyinsin!”
Kadın durmadan emrediyordu.
“Olur hemşire hanım, yalnızca gerekenleri anlatırım” dedi Ali Efendi.
Can içinden ‘Ali de efendi, ben de efendi, kapıcı da efendi, herhalde hemşire de hanımefendi’ diye bıyık altından gülümsedi.
“Niye güldün?” diye sordu hemşire.
Can, suçüstü yakalanmış gibi mahcup “İşe başlamak sevindirdi beni, ondan gülümsedim” dedi sıkıntıyla ve soğumaya yüz tutan çayını bir dikişte içti.