8 Temmuz 2023 tarihli ve “Karadeniz’in Sessizliği ve Ötesi “ başlıklı yazımı şu iki paragrafla tamamlamıştım.
“Yazımda belirttim, gelecek yazımda, Karadeniz’in sessizliğinin ötesini işleyeceğim. İletişim, örgütlenme, eğitim gibi temel kavramların yokluğundan veya eksikliğinden, Karadeniz köylerinin, kentlerinin, doğasının, hayvanlarının ve insanlarının nasıl olumsuz etkilendiğini, isteyerek olmasa da yerin üstündeki cennetin nasıl cehenneme doğru götürülmeye çalışıldığını, Türkiye sevdalısı bir Karadenizli olarak anlatmaya çalışacağım.
Karadeniz ve yeşil sessizliğin ötesi, neden çöpsüz, tertemiz, yeşil ve müzik tadında sesi olmasın.”
29 Haziran-6 Temmuz 2023 tarihlerinde, doğduğum ve çocukluğumun ilk 10 yılını yaşadığım Rize’nin Pazar ilçesinin Apso (Suçatı) köyünde idim. Yemyeşil, dağların bile ormanlaştığı bu topraklardan ağlayarak, Ankara’ya, 1950’lilerin deyimi ile gurbete gelmiştim. Ben otobüste ağlarken, annem dışarıda gözyaşı döküyordu. Bugün artık Ankara, hatta Türkiye’nin herhangi bir yeri benim için asla gurbet değil. Türkiye evim, evimiz.
Çocukluğumda yüzerken, balık avlarken su içtiğimiz dereler, ırmaklar artık çok temiz değil. İnsan soyu kirletiyor. Gördüğüm ilçeler ve köyler, Ayder Yaylası hızlı bir şekilden çirkinleşiyor. Onlarca, hatta yüzlerce yıl doğaya karışamayacak, karıştığında da toprağı, suyu ve hayvanları zehirleyecek atıklar, yeşillikler içinde sanki açık hava mezarlıklarındalar. Sanıyorum, ülkemin doğal ortamlarında, kırsal kesimlerinde, geri dönüştürüldüğünde, parasal değeri çok yüksek olan atıklar çürüyor, paslanıyor. Kentleşme diye dikilen binalar, çay bahçelerinin ve yeşilliklerin arasında içinizi karartıyor. Yollarda, dere kenarlarında ve çaylıkların arasında her türlü çöpü görebilirsiniz.
Derelere bakan binalarda, evlerde oturanların büyük bir bölümü, çöplerini sulara veya akar suların kıyılarına atıyor. Hep derim “Çöp yerinde güzeldir” diye. Güzellikler içinde çöpler güzel olamaz elbette.
Çay bahçelerinin ve yolların kenarlarında, izmarit, boş sigara paketleri, pet, metal veya karton kutular, kullanılmış çuvallar, derelerde araba lastiği, fırın, demir ve çelik eşyalar, aman Tanrım!.. Pırıl pırıl su akan, insanların avuçları ile su içtiği çeşmelerin çevreleri çöplük.
Pazar ilçesinde ziyaret amaçlı olarak, Belediye binasının karşısındaki iş hanına girdim. Olamaz böyle. Merdivenlerde karınca kalabalığını andıran izmaritler yatıyor, basmadan geçmek için düşme tehlikesini göze almak zorundasınız. Kaç iş hanına girdimse aynı veya benzer çirkinlikler.
Apso köyünde bir akrabamın evini ziyaret ettim. Ziyaretten sonra merdivenlerden dar toprak yola inerken yeşillikler içinde bir naylon poşet gördüm. Köylerde olduğum sürece gördüklerimi toplamaktan ve uzakta olsa da çöp kutularına atmaktan çekinmedim.
Poşete elimi uzattım, alamadım. Sadece boş bir poşet sandım. Hayır, ağırdı, içinde bir şeyler olduğunu anladım. Aman Tanrım, birkaç tanesi açılmamış maden suyu şişesi, başka atıklar. Yüzlerce yıl toprağa karışması olanaksız cam şişeler, yiyeceklerden kalanlar. Evin sahibi amcaoğlu da çok üzüldü. Başka kentlerden gelen yakınlarını, torunlarını işaret etti. Ankara, İstanbul veya İzmir’den gel, kentleri, ilçeleri, köyleri, çay bahçelerini, çeşme başlarını, dereleri, tarihi yerleri çöplüğe çevir.
Evi dere kenarında olan, komşularının dereyi kirletmesinden çok üzülen bir emekli eğitimcinin şu kelimesi yeter mi? “Vicdansızlık.” Sanmam, yetmez.
Bir kadın yakınım, çay bahçesinin önünde, yol kenarında oturuyor ve sigara içiyor. 10 metre yakınında birileri küçük çöpler için bir teneke koymuş. O, izmaritini yere attı, boş sigara paketini de hemen yakınındaki yeşil çay bitkilerinin arasına bıraktı. Uyarmama karşın onları alıp o tenekeye atmadı. Ayrıldıktan sonra o yere baktım, iki tane boş sigara paketi. Demek ki, daha önce de aynı yere bırakılmış.
Çay bahçeleri, çöplere yabancı değil, yemek yiyen, su veya başka sıvıları tüketenler, atıkları, çalıştıkları ve daha sonra ürün alacakları topraklara bırakıyorlar.
Pazar ilçesinde, 15 dakikalık bir gezinti sırasında en az dört esnaf gördüm, içtiği sigaranın izmaritini iş yerinin önüne, sokağa atanları da. Köy veya kent yollarında araçlarından izmarit ve çöp atan sürücü ve yolcular, yeşil Karadeniz’e yazık ediyorlar. Pazar böyle ise diğer ilçeler farklı mı acaba? Ankara’dan örnek vereyim, Çankaya’da, Atatürk Bulvarı, Kızılay, Milli Müdafaa, Karanfil, Konur, Menekşe ve diğer cadde ve sokaklar da aynı. İnsanlar farklı, uygarlığa yakışmayan davranışlar, kirletmeler aynı. Sabah aydınlığında, iş yerlerinin açılış saatlerinde, Ankara esnafının büyük çoğunluğu, kapılarının önlerini siliyorlar, çöpleri sokağa bırakıyor. Kapısının önünü veya kaldırımını silip çöp kutusuna atan çok az insan gördüm.
Altındağ, Mamak, Keçiören, Yenimahalle, fark etmiyor. Türkiye’nin sokakları, caddeleri, parkları, ev ve işyerlerinin bahçeleri izmarit mezarlığı ve çöplük. Bakanlıkların, meslek örgütlerinin, yerel yönetimlerin temsilcileri ve halk sadece izliyor. Türkiye’nin gittiğim her yerleşim biriminde ve kırsal alanlarda, uyaran bir kuruluş temsilcisine veya gönüllüye rastlayamadım.
Karadeniz dönüşü Ankara’da, Çayyolu’nda, Ahmet Taner Kışlalı mahallesindeyim. Bir büyük site, bakımlı, bahçesindeki sarmaşıklar ve bitkiler, sokak boyunca kaldırımlara sarkmış. Kaldırımlar yürünecek gibi değil, ancak yeşil yol gibi, bir cennet. O kaldırımlar boyunca, sarmaşıkların ve yeşil bitkilerin arasına atılmış, cam ve plastikten şişeler, bira kutuları, izmaritler, boş sigara paketleri. Biliyorum ki o sokaktan çok az insan geçer. Sağ tarafı büyük ve boş bir arsa. O mahallede kiracı olanlar veya kendi evinde oturanların tümü varlıklı, her halde ileri düzeyde okumuş veya okumakta olan bir kesim. Bu kirliliği üretenler de, kesinlikle o mahallede oturanlar.
Sonra, Abidinpaşa, Tıp Fakültesi Caddesine geldim. Tüm ağaçların dipleri ve çiçeklikler, yeşillikler arasında çöp atılmamış çok az yer var.
Ulus’ta, Gençlik Parkına yakın yerde dolmuş durakları. Yerler ve tarihi bir kamu kuruluşuna ait duvarlar çöplük. Belli ki minibüs sürücüleri ve oradaki görevliler yapmış. Karadenizli çevreciler şunu iyi bilsinler ki, tüm kentler böyle. Türkiye çöplük ve küllük gibi. Herhalde herkes memnun ki yerinden, kurtulamıyor bu yerler, insanın çöplerinden.
Karadeniz’in yeşilliği, sanıyorum ki kıyılarda veya iç kesimlerdeki yerleşim birimlerinde, köylerde, ilçelerde, sessizce acı çekiyor, sessizce ağlıyor. Çok yağmur Karadeniz’in gözyaşları mı acaba? Sigara izmaritinin veya tüketilen maddelerinden geriye çöp olarak kalanların bulunmadığı bir yerleşim birimini veya kırsal alanı düşünemiyorum.
Eğitimimiz gerçekten eğitim olsaydı, “vicdansızlık” denen bu örnekler yaşanmazdı. Yaz aylarında, köylerde din kursları verilir. Bazı aileler çocuklarını bu kurslara gönderir, bazıları ise göndermez veya göndermeye fırsat bulamaz. Camilerdeki din bilgisi uzmanları, neden çocuklara, insan, hayvan ve çevre sevgisinin gerekliliğinden ve öneminden söz etmezler. Din bilgisi verenlerin bu konularda yetkili ve bilgili olmadıklarını sanıyorum. O zaman, bu konuda gönüllülerden yararlanılmalı kanımca.
Yeşil Karadeniz’deki 8 günde, birçok sohbete de katıldım. Hayvanlardan da söz edildi sohbetlerde. Ortalığı pisletiyor diye kedilere, köpeklere uygulanan şiddet örnekleri dillendirildi. Kedileri iple ağaca asarak öldürenleri, kedileri ve köpekleri tüfekle veya tabanca ile vuranları duyunca, doğduğum topraklardaki sayıları çok az olsa da bazı insanların bu hale düşmelerinden gerçekten çok üzüldüm. Çocukluğumuzda, çakal sesleri bize türkü gibi gelirdi. O sesler şimdi yok. Domuzlar, ayılar, kuşlar, tatlı sularda balıklar çok azaldı. İnsanlar, birbirlerinden uzaklaşmak için dere kenarlarına, tarlalara, ormanlık, ağaçlık alanlara ev yapmaya başlayınca hayvanlar daha güvenli alanlara kaçtı veya tükendi.
Sohbetlerde anlatılan bir örnek daha. Birisinin kayın validesi, ortalığı pisletiyor diye bir kediden rahatsız olduğunu sıkça söylermiş. Bir gün aynı kadın, kediyi yakalayıp uzaklara, ıssız bir yere bırakmış. Başka kadınlar buna karşı çıkmış. Hayvan dostları, kediyi uzaklara götüren kadınla birlikte, o ıssız yere gidip kediyi almışlar ve evlerin bulunduğu bir yere bırakmışlar. Nitekim, o evlerde oturanlardan birisi kediyi sahiplenmiş, bakmaya başlamış, ölmekten veya ıssız yerlerdeki diğer hayvanların şiddetinden kurtarmış.
Şimdi soralım, bu hayvanlar mı vahşi, yoksa hayvanları göçe zorlayan, hatta onları yok eden insanlar mı? Hayvanları kurtaran, onlara bakan, besleyen insanlar yerin üstündeki gerçek melekler değil mi? Karadeniz’de az da olsa vahşi insanlar var ve olumsuz anlamda etkililer, melek insanlar daha çok elbette. Aslında bunu tüm Türkiye, belki de tüm dünya için söyleyebiliriz.
Köy yollarında aşırı hız yapan kamyonlar, özel araçlar, derelerden kum çekerek suların akışını, göllerin oluşumunu, balıkların beslenmesini engelleyen vahşi uygulamalar da Karadeniz Bölgesine yapılan kötülüklerden biri.
Rize, Pazar ve diğer belediye başkanlıkları, valilikler, kaymakamlıklar, siyasal partiler, Milli Eğitim müdürlükleri, okul yönetimleri, sendikalar, Sanayi ve Ticaret Odaları, diğer gönüllü kuruluşlar, muhtarlıklar, medya organları, Karadeniz’in çok güzel yeşillikleri içinde, görünen veya görünmeyen çirkinlikleri toplamak, kirliliğe neden olanların davranışlarını değiştirmek, o alanların tekrar kirletilmesine engel olmak için birlikte hareket etmelidir.
Bu yazıda, herhangi bir yerel yönetim kuruluşunu, yöneticisini suçlamadım. Onlar orada yaşadıklarından, sanırım benden daha çok üzülüyorlardır. Utanması gerekenler de var. En başta bu kirliliği üretenler.
Haydi Karadeniz’liler, Karadeniz’dekiler, yeşil Karadeniz’in sessizliğinin ötesini, altını, üstünü görün. Hayvana ve çevreye kıyan, aslında insana da yönelik olan bu şiddeti üretenlere engel olun, güzel Karadeniz’i ve evimiz güzel Türkiye’yi çöplükten oluşan bir cehennem haline getirmeyelim.
Karadeniz ve Türkiye yeşil ve temiz bir cennet, bizler de yerin üstündeki cennette, hayvanlarla birlikte, şiddetsiz, sevgi ve dostluk içinde yaşayan insanlar olalım.
“Ben Karadeniz, yeter, daha fazla kirletmeyiniz, temizleyiniz.”