Aklıma hep iyiyi duymak isteyen insanı çağrıştırdı bu. Her zaman iyiyi duymak isteyen ama. İşleri veya hayatı şarampolle dost olmaya yakın insanın hiçbir şey olmamış gibi hayatın salıncağında bir oyana bir bu yana sallanması gibi. Bize empoze edilen hormonlu kişisel gelişim kitaplarında “Durma, bas gaza” sözcüğünün kanatlarına tutunan bir model; bana savaştan kaçmak için uçağın kanatlarına binmeye çalışan bir ülke halkını çağrıştırdı. Ne kadar çaresizce ve ne kadar acı…
Proje satış müdürü olarak çalıştığım 2015’te, kamuya iş yapan bir firma bir hafta içinde iflas etti. Banka sorgusu, her şey çok temizdi. Sonra aslında bir hafta içinde değil, bir cambaz gibi ellerini çok önceleri göğe açtığını öğrendik. Hatta o dönem birlikte çalıştığımız ve hâlâ görüştüğüm sektörün eskilerinden makine mühendisi tanıdığıma “Neden söylemedin?” diye ufak bir sitemde bulundum, “Ben de 6 ay maaşımı bıraktım içeride” diye sitemi göğsünde yumuşattı ve bana gönderdi.
Evet, gelmek istediğim konu şu: Bu olaydan sonra, şirket yetkilileri ve yöneticiler bir toplantı yaparak hareket planı belirledik. “Neden, nasıl oldu?” denklemi içinde karbondioksit solumak yerine, önümüze baktık. Alınan önlemlere rağmen bu bir yol kazasıydı. Ama sonrasında iş süreçlerini takip ederek minimum hasarla çıkmayı başardık.
Abdullah Kiğılı, şirketinin ilk yıllarında yolunun Joseph Siegel adlı bir kişiyle kesişmesinden bahsediyordu bir içerikte. “Bize o dönem anlattıkları çok gülünç geldi. Çoğumuz dediklerine kulak asmadı. Birkaç ciddiye alan vardı, onlardan biriydim, dinledim ve öyle bu günlere geldim,” diyor. Sihirli dudakların anlattıklarından can alıcı nokta şuydu: Fırtınalar tepenizde taht kurarken, “şemsiyem var” diye güvenmeyin.
Joseph Siegel gibilerin gerçeklik resimleri çok manzaralı olmayabilir. Hatta ciddi anlamda içte karartabilir. Ama bir yönüyle, onlardır aslında her türlü görünmeyen kazaya karşı bizi kurtaracak olanlar.
Etrafımda görüyorum; şirketleri ellerinden kayarken, personelleri kendi hükümdarlığını ilan ederken, mobbing şirket kültürü haline gelmişken, sürekli batak vermek şirket içi ata sporu olmuşken hiçbir şey yapmayan iş insanlarını… Deve kuşu formuna girdikleri zaman her şeyin düzeleceğini sanıyorlar ama çözüm o form değil maalesef.
Okuduğum Kuralsızlık Kuraldır: Netflix ve Kültür Değişimi adlı kitapta Netflix kültüründen bahsediliyor. Bu kültürde en önemli olgu, doğruları söylemek ve geri bildirimde bulunmak. Hatta bir toplantıda yeni bir personel, CEO Ted Sarandos’un önerisine karşı çıktığında, kitabın yazarı şok olmuş ve CEO’nun tepkisini beklemiş. Ted Sarandos ise o kişiye “Harika bir toplantı, katkın için teşekkür ederim,” demiş. Bu davranış bizim topraklarda ütopik olabilir ama böyle iş yürüten şirketler de yok değil. Tabii bu açık sözlülüğün de kriterleri var. Öyle bodoslama, ağzına ne gelirse söylemek değil. Mesela, sinirli olduklarında geri bildirim vermiyorlarmış…
Evet, şirketlerimizde açık iletişim çok önemli. Üst yönetim hata yapabilir, hatta kesin yapar. İşte böyle bir sarmalda hem üst yönetimi uyarmak önemli, hem de karar vericilerin egolarını yastık altı ederek dinlemeleri çok önemli.
Herkes duymak istediğini duyar. Ama şirketler, gerekene kulak verirse yaşar.
Ah Nietzsche senden yine iş dünyasına düştüm, gölgeli mağaranda ters dönme…