Hayatta her şey beğeni ve beğenilmek üzerine ilerleyen bir varoluşsal mücadele olabilir mi? İnsanlık tüm ihtişamıyla beğeni alma peşine ne zaman düştü ya da gerçekten beğeni almak peşine mi düştü? Bu paradoks, günümüz işleyişinde sebepsiz bir gerilim yaratıyor insanda. En iyi hâlini bir sosyal medya platformuna yükledikten sonra gelen beğeni üzerinden o en iyi hâlini puanlamak isteyebiliyor. Oysa o en iyi hâli belki başkalarının en kötü hâlinde karşılarına çıkıyor. En çok yakışan giyimini o anki ruh hâlinde paylaşımcılar beğenmedi diye bir daha giymeyen olabilir mi hiç? Beğenilme veya beğenilmeme ikileminde insanın yaşamsal fonksiyonları, diğer bireylerin davranışlarına göre ayarlanabilir mi?
Erich Fromm kitabında “Roma İmparatorluğu döneminde, zengin ailelerin çocuklarının fakirlik ve sevgi dinine yöneldiğini görüyoruz. Bir prens olarak yetişen Buda’nın da her türlü eğlence ve lükse sahipken ‘sahip olmanın’ ve ‘tüketmenin’ onu mutlu etmediğini fark edip sarayından ayrılmasını görüyoruz.” derken; sınırsız beğeni içinde tükenmiş hissi yaşayan bir zihni ele alabilir miyiz? Günlerce evlerinden çıkmayan ve bir kamera karşısında beğenilme kalpleriyle yaşayan insanlık var şu an. Bir maddeye bağımlı gibi, tükettiği suyu bile paylaşan bu insanın elinden bu alışkanlığı alındığı zaman nasıl bir ruh hâline girebilir düşünmek gerekiyor.
Toplumsal olaylarda zaman geçtikçe beğeni seçimi de hayli düştü. İnsanlık artık en anladığı şeyi beğenir hâle gelmiş olabilir. Birinin amuda kalkarak kameralara karşı “nanik” demesinin izlenmesiyle, diğer tarafta yapay zekâyla çığır açan olayların izlenmesinde “nanik” çok önde olabilir. Bu varsayım aslında toplumu küçük düşürmek maksadı taşımıyor; aksine neden böyle düşündüğümü de kendi içimde sorgulatıyor.
Geçen gün bir dizi seyreden annemi izledim. O dizinin gerçekliği yok aslında. Oynayanlar oyuncu ve rollerini yaparak beğeni zincirinde paylarına düşen ödülü alacaklar. Ve bir kez çekilen, toplumun veya o sektörde karar vericilerin belirlediği bir konuya göre on farklı kanalda on farklı adla çekim yapacaklar. Bir ara aşiret dizileri furyasında bu ülke aynı konunun yüzlerce formatına maruz kaldı.
Neyse, sonra annemi diziyle bırakarak kendi işime baktım. Sonra, bir platformdan yabancı bir dizi seyretmek için açtığım zaman Türk dizilerine karşı önyargım aklıma geldi; “Ben geliştirici diziler seyrediyorum, toplumun zekâsıyla alay eden içerikler değil.” diye içimden geçirsem de her köşesi beğeni dolu bir kurt içime düştü işte.
Toplum aslında sürekli güncelleniyor. Bu güncelleme sırasında gerçekliğe karşı yüzümüzü çevirmek, teknoloji hamlesinin gerisinde kalmamız için bir sebep olabilir. Toplum şöyle de olabilir aslında, ya da toplum genelinden çıkarak kendimizin üçgen aynasında durumu analiz edebiliriz. Bir içerikte: “Hiçbir mutlu insan mutluluk hâlini öylece içerik olarak paylaşmaz, korkar.” diyordu. Bunun gerçekliği bir noktada doğru olabilir aslında. Yaşantısındaki mutsuzluk hâlini, en mutlu hâlini paylaşarak dengeleme isteği duyabilir. Burada da işte en hesaplanmaz sorun belirttiğim gibi; en kötü hâlindeki en iyi çıkardığı görüntüsü, hangi ruh hâlindeki takipçisinin önüne düşecek?
Beğeni sayısı az diye beğendiği kişileri gizlemek isteyenler, toplumun bu görmezden gelme içgüdüsüne karşı polarize olmuş olabilirler mi? Hep bir “en iyi olma hâli” içinde olabiliriz. Tuşlu telefonlarda kısa mesaj ile iletişim kuran kişiler şu an her an görüntülü konuşma içinde olabiliyorlar. Beğeni önemliyse işte o zaman en büyük kabus başlıyor demek ki. Bu herkes için geçerli. Ben de yazılarım kimlere temas ediyor diye merak ediyorum aslında. İnsan olarak hepimizin içgüdüsel yapısı bu işte.
Erich Fromm’un “Sahip Olmak Ya da Olmak” kitabını çok beğendim. Aslında ben beğendim ama geniş kitleler beğenmeyebilir. Yani yazdıkları kendi kuramında tutarlı, toplum genelinde acımasız olabilir. Freud’un psikoanaliz yönelimleri kitap içerisinde çok geçiyor. Bir bakıma Freud’a katılıyor; bir yönde yolları değişiyor. Fromm, gerçek benliğin “sahip olmak” güdüsünden değil, “olmak” güdüsünden geldiğini öne sürüyor. Yani beğeninin dışında bir şekilde “olmak” gerçekliği ortaya çıkarıyor. İnsan, “sahip olduklarından” vazgeçebildiği kadar olabiliyor.
Bununla ilgili Fromm kitabında şu küçük öyküye atıfta bulunuyor:
İki dolandırıcı bir gün aptal bir krala gelerek ona çok güzel elbiseler dikmek istediklerini söylerler. Olmayan bir kumaştan elbise “dikerler” ve öyle güzel dil dökerler ki kral üzerinde elbise olmadığını fark etmez. Dolandırıcıların etkisi altında kalarak çok güzel bir elbiseye sahip olduğunu sanır ve bol para vererek onları yollar.
Çevresindekiler ortada bir elbise olmadığını görmektedir; fakat krala duydukları saygı ve ondan korkmaları, bazılarının da her şeye “evet” diyenlerden olmaları nedeniyle kimse ona gerçeği açıklayamaz.
Derken önemli bir tören günü gelir. Kral, olmayan elbisesini giyip halkın önünden geçer. Kimseden ses çıkmamaktadır. İşte tam o anda, korku ve kamuoyu baskısı gibi şeylerle gözleri perdelenmemiş olan bir çocuk, “Aa… Kral çıplak! Üzerinde hiçbir şey yok!” deyince herkes gülmeye başlar. Adeta gözleri açılmıştır. Ve kral da o anda gerçeği, yani dolandırıldığını anlar.
Kral, beğenilmenin içgüdüsüyle ve bilmişliğin altın varaklı saraylarında kendine göre geçmişin hıncını alma derdine düşmüşken, bir çocuğun gerçeği gören ve kalıpları olmayan gözlerinde asıl gerçekliğe ulaşıyor, bana göre oluyor aslında. Bana göre…
Sosyal medyada beğeni veya beğenilmeme durumu aslında öyle basit bir durum olmaktan çıktı diye düşünüyorum. Bazen bir hikâyeye beğeni atılması ama herkese açık gönderide beğenilmemesi eylemini “gizli psikoloji” ya da “sessiz destek” kategorisinde algılayabiliriz. Stratejik bir hamle bu aslında. Günümüzde insanlığın geliştirdiği beğeni veya beğenilme eylemiyle insan duygularını manipüle etme çabası karşısında Sun Tzu bile ağzı açık kalabilirdi.
Savaş Sanatı’nı kaleme alırken Sun Tzu, insanlığın yaşaması ve kendini koruması için stratejiler geliştirmişti; bir yönüyle şu an yaşadığımız “kalp-altı stratejilere” göre daha insancıl olabilirler. Şu an ise içeriklere yapılan manipülasyonlar kimseyi doğrudan suçlamadan, gizliden gizliye yapılabilir. Çok rahat toplum içinde hoşlanmadığın birinin fotoğrafını içerik içine koymayarak onu yokluğa itebilirsin.
1984 kitabında yazarın bir şekilde yönlendirmek istediği durumun günümüz özeti gibi: “Okyanusya’da her şey, tarih siliniyordu.” derken karakter; dönemin rejiminin yazılı ve görsel medyayı kullanarak tarihi karartma eylemi gibi, bilerek ve bilinçli.
Şu an böyle işliyor dünyanın çarkları. Aslında gülerken gamzesi hiç olmamış birine “Ne güzel gamzen var.” derken; artık o kişinin yüzünde gamze olduğuna inanıp gülmesi gibi yönlendirici işte.
Buna ne çözüm olur? Erich Fromm’a dönmeliyim yine. Buna “olmak” çözüm olabilir. Gerçekten kendi için olmak. Sadistçe bir “olmak” değil ama bu; kendin olmak, gerçekten topluma yardım etme içgüdüsü taşımak; eli bencillik kokan sopalı bir şekilde toplumu hizaya sokma hevesi değil… Gerçekten iyilik ve tüm benliğini geliştirmek; kendini geliştirmek. Sahip oldukların varlıklar değil, olduğun en büyük varlığın “sen” olduğunu bilerek; seni, sen yapmak işte.