Birbirine saldırarak beslenen bir siyasi gündemimiz var. İnsanlar da kavgayı daha da kızıştıracak şeyleri okumak, dinlemek, konuşmak istiyorlar. Gündelik, basit siyaset daha ilgi çekiyor. Kimilerinin asılsız iddiaları gerçek gibi anlatarak kendi mahallesini konsolide etme denemeleri, karşı tarafı en büyük düşman olarak gösterme çabaları bir gelenek haline geldi.
Ben, bu geleneğin neden oluştuğunu anlatmaya gayret ediyorum. Sorunun temeline inmeden, hiçbir sorunun çözülemeyeceğini anlatmak istiyorum. Onun için, toplumda, kendimce gördüğüm tuhaflıkları ve yine kendimce olması gerekenleri yazıyorum.
Ölümlü ve garip bir dünyadayız. Hafızanızı yoklayın lütfen, 30 sene önce gündelik siyaset zehriyle konuştuğunuz kaç kişi hayatta ya da görevde? Bugün görevde olanlar da 30 sene sonra muhtemelen hayatta olmayacak ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak.
Birbirine kürsüden sallayıp, kapalı kapılar altında kahkahalarla birbirlerine methiyeler düzen o kadar çok isim varken, o isimlerin icraatlarını değil de siyaset yapış tarzını ve o tarzın neden oluştuğunu anlatmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, bugünküler de gidecek yerine yenileri gelecek ama biz seçenler ve denetleyenler, bilinçlenmedikçe aslında hiçbir şey değişmeyecek.
Her manada her şeyi olan bir memleket olarak muasır medeniyet seviyesine gelemeyişimiz, hatta giderek daha da bataklığa sürüklenmemiz hep bu yüzden. Oluşumları ve isimleri savunurken onların yanlışlarını görmüyoruz. Her gelenin, önünde sonunda gidenle neden aynı olduğunu anlayamıyoruz ve birbirimize sormaya devam ediyoruz; “ne olacak bu memleketin hali?”.
İyi de kendimize neden sormuyoruz; “isimler değişiyor, gündelik siyasette herkes birbirini düşman ilan ediyor ama sonunda üzülen neden hep biz olurken, parti ayırt etmeksizin siyasetçiler yedi dünyalıklarını yapıp, nasıl sahneden çekiliyor?” diye. Ben soruyorum ve çoğunlukla Churchill ya da Hegel'e atfedilen bir söz aklıma geliyor; “insanlar layık oldukları şekilde yönetilirler”. Sizce böyle yönetilmeyi mi hak ediyoruz? Haydi kalın sağlıcakla.