Murat Karayalçın 1989-93 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, 1993-95 arasında Başbakan Yardımcısı ve 1994-95 arasında Dışişleri Bakanı olarak da görev yaptı.
Murat Karayalçın’ı Ankaralılar imza attığı iki büyük proje ile Batıkent ve metro projeleri ile anımsar ve her daim hayırla yad ederler.
Murat Karayalçın programda “barınma anayasal bir haktır” vurgusu yaptı ve sosyal bir devletin ülkedeki barınma sorununu çözmekle yükümlü olduğunu belirtti. Konuşmasının devamında bu gün gündemimizde olan fahiş kiralar, yurt ücretleri ve astronomik seviyelerde fiyatlanan emlak sorununa çözüm getirebilmenin iktidarların en önemli görevi olduğundan bahsetti.
Sevgili dostum Taner Topçu’nun da büyük emeği ve dahli bulunan Batıkent projesini hatırlatarak bu tip projeler sayesinde hem yurttaşların barınma sorununun ve hem de diğer kent sorunlarının nasıl giderebileceğini açık ve net bir şekilde anlattı.
Türkiye’de biz ne yazık ki doğruyu bulup, eğriyi yapmakta özel bir yetenek sahibiyiz.
Ben doğma büyüme Ankaralıyım, bütün çocukluk ve gençliğim Yenimahalle’de geçti, bu yüzden hem Yenimahalle’nin ve hem de Batıkent’in nasıl sıfırdan yaratıldığını, nasıl birer örnek kent modeli oluşturulduğunu deneyimledim.
Özellikle dar gelirli ailelerin kiradan kurtulup ev sahibi olabilmelerinin en sağlıklı ve önemli örnekleri buradadır.
Bence de Murat Karayalçın haklı, barınma bir insanın en önemli sorunu ve karşılanması gereken temel bir anayasal hakkıdır.
Batıkent projesi barınma sorununu devlete finansal bir ek yük getirmeden, insan onuruna yakışır bir yaşam standardı korunarak, kent dokusu zedelenmeden çözmüş çok önemli bir projedir. Sevgili okurlarım unutmamak gerekir ki insanları ev sahibi yapmak, onların refahını arttıran, hayata sıkıca tutunmalarını ve geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan en önemli ekonomik faaliyettir. Uygar bir ülkede her vatandaş çağın gerekleri kapsamında barınma ihtiyacını karşılayan bir konut, yurt ya da işyerine sahip olabilmelidir.
Uzun yıllardır bu tip projeler müteahhitlerin rant hırsına kurban edilmiş, imar yolsuzlukları vakayı adiye olarak kabul edilerek, yaratılan kent rantı yağmalanmıştır. Bu noktada yaşanan büyük servet transferi hem kent dokusuna zarar vermiş, Erdoğan’ı bile biz bu kente ihanet ettik deme noktasına getirmiş ve hem de yoksul kesimin barınma ihtiyacı yeterince sağlıklı bir şekilde karşılanamamıştır.
Benim çocukluğum ve gençliğim Yenimahalle’de geçti demiştim, Yenimahalle, düzgün bir plan üzerine yerleşmiş, yeşillikler içinde en fazla iki ya da üç katlı bahçeli evlerden oluşuyordu. Devlet bu evlerin arsalarını parsellemiş, alt yapısını yapmış ve uzun vadeli kredi ile vatandaşlara son derecede makul bir fiyattan satmıştı. İsteyen bu arsalardan almak için banka kredisi de kullanabilmişti. Sonra bu evler için tek tip projeler hazırlanmış, parası olmayan çok uygun koşullarda banka kredisi alarak bu evleri inşa etmiş ya da ettirmişti. Evlerin projesi belli olduğu için hak sahipleri tarafından imece usulü ile sadece bir kaç ustayı çalıştırarak kolayca ve ucuza inşa edilebilmişti. İnşaat sürecinde su basmanını çıktın mı banka gelip bakıyor kredinin ilk dilimini ödüyordu, sonra da böyle aşama aşama yapı bitene kadar krediyi kullandırıyordu. Böylece her türlü yolsuzluk da engellenmiş oluyordu.
Binlerce insan bu yöntem ile Yenimahalle’de ev sahibi olmuş ve ortaya çok düzgün bir kentleşme modeli çıkmıştı.
Bu modeller neden terk edildi?
Sonradan vatandaş, neden rantçıların, müteahhitlerin ve bankaların insafına bırakıldı anlamak hiç mümkün değil doğrusu…