İlişkilerde neden bazı insanlar kendilerini güvende hissederken bazıları sürekli terk edilme korkusuyla yaşar?
Veya neden birileri yakınlık kurmakta çok rahatken başkaları duygusal bağlardan kaçınma eğilimindedir?
Bu soruların yanıtı çoğu zaman yalnızca şu anki ilişkilerde değil geçmiş deneyimlerde saklıdır.
Özellikle de erken çocukluk döneminde yaşanılan bağ kurma biçimleri, bugünkü ilişkilerde nasıl davranıldığını büyük ölçüde belirlemektedir.
Bağlanma kuramı olarak bilinen psikolojik yaklaşım, bireyin çocukken bakım veren kişiyle geliştirdiği ilişkinin ileriki yaşantısındaki bağ kurma biçimlerine temel oluşturduğunu öne sürer.
Eğer bir çocuk ihtiyaç duyduğunda yanında güven verici bir figür bulmuşsa zamanla insanlara güvenmenin mümkün olduğuna dair bir iç inanç geliştirir.
Ancak bu ihtiyaçlar sürekli ertelenmiş ya da tutarsız şekilde karşılanmışsa, kişi ileride yakın ilişkilerde kaygı, kuşku ya da mesafe koyma eğilimi gösterebilir.
Güvenli bağlanmaya sahip bireyler hem yakın ilişkiler kurmaktan çekinmez hem de bağımsızlıklarını koruyabilirler.
Kaygılı bağlananlar, yoğun bir terk edilme korkusuyla ilişki içinde fazla ilgi ve onay arayışına girerler.
Kaçıngan bağlanan kişiler ise duygusal yakınlıktan rahatsız olabilir, mesafeyi tercih ederler. Karma stil ise hem yakınlaşma isteği hem de yakınlığın yaratacağı kırılganlıktan duyulan korkuyla çift yönlü bir gelgit hali oluşturur.
Bu bağlanma biçimleri özellikle romantik ilişkilerde çok belirgin bir şekilde kendini gösterebilir.
Örneğin, bir taraf sürekli partnerinin ilgisine ihtiyaç duyarken diğer taraf fazla yakınlıktan rahatsız olabilir.
Bu da ilişkinin bir tarafında boğulma diğer tarafında ise yetersizlik hissi yaratabilir.
Oysaki ortada gerçek bir sevgi eksikliği değil, sevme biçimlerinin uyumsuzluğu olabilir.
Bununla birlikte, bağlanma stilimiz hayat boyu sabit kalmak zorunda değildir.
Kendi duygusal yapımızı tanımak, geçmişteki deneyimlerin bugünkü davranışlarımız üzerindeki etkisini fark etmek değişim için ilk adımdır.
Güvenli bağlanmayı zamanla öğrenmek mümkün ve gerçektir.
Bu bazen bir terapi süreciyle bazen de sağlıklı ilişkiler içinde gelişen deneyimlerle gerçekleşebilir.
Bir ilişkinin bitmesi her zaman yalnızca bir kişiden ayrılmak anlamına gelmez.
Bazen çocuklukta içte oluşmuş eksikliklerin yeniden su yüzüne çıkmasıdır.
Fakat bu farkındalık geçmişin gölgesinden sıyrılma bugünü daha bilinçli yaşama gücü verir. Kendi duygusal kalıplarımızı tanımak değişim yolculuğunun en temel basamağıdır.
Sevme ve sevilme biçimlerimizi anlamak yalnızca başkalarıyla olan ilişkilerimizi değil kendimizle kurduğumuz bağı da dönüştürür.
Ve belki de en kıymetli soru şudur: Gerçekte nasıl sevmeyi öğrendim ve nasıl bir sevgiyi hak ettiğime inanıyorum?