Atatürk’ten, Daron Acemoğlu’na!

Şehir dışında bulunmam nedeniyle bir kaç gün yazamadım, ancak, çok hareketli geçen bu süreçte gözlerimi, sosyal medyadan hiç ayırmadım; özellikle devletimizin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk üzerinde yoğunlaşan tartışmalar, tüylerimi diken diken etti. 

Son yıllarda içerisinde savrulmakta olduğumuz sosyal, siyasal ve ekonomik sıkıntılar, toplumu akın akın Atatürk’ün çevresinde bütünleştirirken, Cumhuriyetimizi hazmedemeyen ve Osmanlı hayallerini sürdüren çevreleri de, adeta bir kez daha ayağa kaldırmıştı.

1 Kasım 1928’de Yeni Türk Alfabesi’nin kabulü ve izleyen 10 Kasım’da Atatürk’ü anma etkinliklerindeki baş döndürücü yoğunluk, karşı cephede büyük şaşkınlık yaratmış, hemen saldırıya geçmişlerdi.

 Atatürkçüler, “Bir gecede cahil kalmadık, altı yüz yıl cahil kaldığımızı bir gecede anladık. 1-7 Kasım Türk Harf Devrimi Haftası kutlu olsun” derken, karşı taraf, öfke ve hakaret  dolu saldırılarda bulunuyordu:

“Utanmadan hala bu yalanı savunuyorsunuz. Doğrusu nedir, 600 yıllık bir millete dinini, dilini, ırkını, geçmişini nasıl unuttururuz diye yaptığınız hainliğin ismidir...”

“Çin 5000 yıldır aynı devam ediyor, Japonlar aynı, bunlar da demek ki geri zekalı, bir gecede Yunan alfabesini getirenler çok akıllı, zavallılar...”

Bu türden sayısız mesaj ve paylaşımlar birbirini izliyor... Bu çok bilmiş ve kendisini çok zeki zanneden dostlara, sonuncusundan başlayarak yanıt vermeye çalışacağım:

Çin ve Japon örneklerine, ben bir de Hindistan’ı eklemeliyim... Çin nüfusu, dünya nüfusunun altıda birine yakın, 1 milyar 400 milyon, Hindistan, aynı şekilde 1 milyar 400 milyon... Japonya, Uzakdoğu’da Pasifik Okyanusu’ndaki adaları üzerinde 124 milyon nüfuslu bir ülke...  Gözlerini komşu ülkelerin topraklarına, hatta dünyanın uzak ülkelerindeki yer altı ve yer üstü zenginliklerine dikmemişler, emperyalist amaçlarla kaba tuvvete başvurup fetih savaşları yapmamışlar, kimse de bu devasa ülkelere saldırmaya cesaret edememiş olmalı ki, binlerce yıldan beri aynı topraklarda kendi dilleri, inançları ve kültürleri ile yaşıyıp gidiyorlar...

600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu neden ve nasıl parçalandı, dağıldı?..

Tarihimizden bildiğimiz, Arabistan’da 622 yılında Hz. Muhammed’e vahyolunan ve sonrasında İslam Dinini dünyaya yayma savaşları başlatılan süreçte 800-900 yıllarında Müslümanlığı seçen Türkler, 1071 Malazgirt savaşı ile Anadolu’ya girmiş, 1299 yılında Osmanlı Devletini kurmuştu. Kılıç, kalkan ve kaba kuvvetin geçerli olduğu dönemde Osmanlı Devleti hızla büyüdü. 1453’te İstanbul’un fethi ile Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ’ın kapılarını açtı, Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerine yayıldı.

Anadolu’da Alevi - Sunni çatışması başlatıldı, Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Ovası’nda yaşanan savaşta Safevi Hükümdarı Şah İsmail’i yendi. Mercidabık, Ridaniye savaşları ile İran, Irak, Suriye, Mısır’a kadar fethetti. Arabistan ve kutsal torakları, Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisine katarak İslam Halifeliği’ni de ele geçirdi.

Mısır’dan getirilen binlerce İslam uleması ve Osmanlı’ya geçen Halifelikten sonra her adım, Hilafetin fetvaları ile atılmaya başlandı. İslam’a göre resim yapmak, heykel yapmak, İslami ilimler dışında bilimle, sanatla, teknikle uğraşmak İslam Dinine göre şirk sayılıyordu ve bin altı yüzlü yıllardan itibaren Osmanlı’da duraklama, sonrasında da çöküş dönemi başladı. Zaten üç kıtada fethettiği ülkeler arasında Ermenisi, Süryanisi, Hristiyanı, Yahudisi, hangi dinden, dilden veya kültürden olursa olsun yönetimleri ele geçirilerek ve vergiler bağalanarak, kendi iç işlerinde özgür bırakılıyordu.

Batı dünyası, bilime, sanata ve teknolojiye sarılarak, Rönesans ve Reform hareketlerini sürdürürken, Osmanlı Hanedanı, kibir, şatafat, zevk ve safa içerisinde yıkıma ve dağılmaya sürüklendiğinin farkında bile olamadı.

Sonuçta Osmanlı dağıldı. Ortadoğu’daki Müslüman Arap toplumları, İngilizle, Fransızla,  yabancı güçlerle bir olup Osmanlı’ya baş kaldırdılar ve irili ufaklı kendi devletlerini, krallıklarını, emirliklerini, sultanlıklarını kurdular.

Dört bir yanından Yunan’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı tarafından işgal edilen son vatan toprağımız Anadolu, tarihin yetiştirdiği en büyük komutan, siyasal önder ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurtarıldı ve çağdaş, demokratik, laik, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Bugün 22 yıldan beri Türkiye’yi tek başına yöneten BOP eş başkanı Ak Parti lideri Erdoğan, “Hadi bölge devletleri ile birleşelim, yeniden bir Osmanlı kuralım” dese, hangi komşumuz katılır bu çağrıya? Suriye, Irak, İran, diğer Arap devletleri, hatta batımızdaki Yunanistan, kuzeyimizdeki Ermenistan, Gürcistan bir adım bile yaklaşırlar mı?

Dış ve iç güçler, Atatürk’ün önderliğinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyetimizi, 1940-45 yılları arası yaşanan ve bölgemizi cehenneme çeviren altmış milyon insanın can verdiği İkinci Dünya Savaşı’na bile sokmayı başaramadılar. Bugün ise devletimiz üzerinde türlü oyunlar oynanmak isteniyor.

Çok yakın bir geçmişte, “Keşke Yunan galip gelseydi de Atatürk kaybetseydi!” diyen Kadir Mısıroğlu ve hızla çoğalan benzerleri, yeniden Osmanlı’yı kuracaklarını mı sanıyorlar?

Hele son olarak Nobel Ödülü kazanan bilim adamımız Daron Acemoğlu da bu tartışmalara katılmasın mı? Sosyal medyada bir paylaşım yapıyor ve şöyle diyor:

“Atatürk, politik sistemi açmak yerine gücü elinde merkezileştirmeye çalıştı. Atatürk gücü eline geçirmeden önce Osmanlı’da daha çoğulcu bir sistem vardı...”

Daron Acemoğlu, sosyal medyada büyük tepki topladı, Ermeni kökenli olduğu, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne bu yüzden husumet beslediği yanıtları verildi.

“Elbet benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır ama, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır” diyen Atamızın gösterdiği yoldan, asla ayrılamayız, aksi felaketimiz olur!