Bugün itibariyle çift doz aşı olarak salgına karşı bağışıklık kazanmış insan sayımız sadece ve sadece 34.861.586 kişidir! İlk dozu olmuş, ikinci dozu bekleyen kişi sayımız ise 11 milyon civarında.
Türkiye’nin nüfusu ise mülteci ve kaçak göçmenler ile beraber 90 milyon kişi civarındadır.
Salgında virüsün bulaşma olasılığını azaltarak toplum bağışıklığı kazanabilmek için nereden baksanız 70 milyon civarında insanımızı çift doz etkin bir aşı ile aşılamamız gerekmektedir. Bu da en az 140 milyon doz aşı yapar. Elbette bu noktada 3. Doz aşıyı hesaba katmamak gerekiyor. Ancak ve ancak bu noktadan itibaren toplum bağışıklığı başlayacaktır. Biz daha bu hedefin yarısına bile ulaşabilmiş değiliz.
Sağlık bakanlığı bu konuda verdiği aşılama yüzdelerine henüz aşı izni çıkmamış çocukları dâhil etmiyor oysa çocukların da Covid 19 virüsüne yakalandıkları hastalığı ağır geçirmeseler bile hastalığın başkalarına bulaşmasına sebep olarak yayılmasına katkıda bulundukları artık biliniyor. Bu noktada çocukları hariç tutarsak geri kalan nüfusun nerede ise yüzde yüzünü aşılamamız gerektiği ortadadır.
Malum, hiçbir aşı yüzde yüz etkin değil dolayısı ile aşıladığımız insanların yüzde yüzünde bağışıklık gelişmiyor, toplum bağışıklığı için ne kadar aşı yapılması gerektiğini hesaplayan uzmanlar için bu yüzden aşının ne oranda koruma sağladığını ifade eden bu parametre çok önemli. Biontech aşısı için çift doz sonrası yüzde 90’lar seviyesinde bir koruma oluştuğu söyleniyor. Bu aşıladığımız her 100 kişiden ancak 90’ı bağışıklık kazanabiliyor demektir, sadece bunlar toplum bağışıklığına katkı sağlayabilmektedir.
Görüldüğü kadarı ile şu anda aşı tedarikinde ciddi bir sıkıntı yok, isteyen herkes aşı bulup olabiliyor.
Peki, aşılama neden hız kesti?
İnsanlar neden aşıya karşı tereddütlü yaklaşıyor, aşı olmaya çekiniyor?
Bireyin aşı olmama hakkı olmalı mı?
Aşılama hız kesti çünkü aşı karşıtlığı ya da aşı çekincesi olan kesim direniyor aşıya gitmiyor. Bunlardan bir kısmı zaten başından beri böyle bir hastalığın var olmadığını ileri süren komplo teorilerine inanıyor. Diğer bir kısmı ise inancı gereği aşılamaya karşı. Aralarında çiplenerek izlenip, kontrol edileceklerine inananlar bile var. Adamın tek gizli işi kahvede okeye dönerken ıstakaya dizdiği taşları ama beni kim niye izlesin diye düşünmüyor bile.
Medya ve sosyal medyada çok ciddi bir bilgi kirliliği de var ve ne yazık ki devlet doğru iletişim kurmayı becererek insanların aşılamaya güvenmelerini sağlayamadı. Uzun zamandır bilime olan güveni sarsacak, hurafe ve dini doğmaları yayacak şekilde yapılanmış bulunan bir eğitim sistemi uygulanınca böyle bir sonucun ortaya çıkması elbette ki kaçınılmaz oluyor. Evrim teorisine karşı çıkacak şekilde beyni yıkanmış insanları bu virüsün mutasyon geçirerek çok daha tehlikeli ve ölümcül bir hal alabileceğine ikna etmek ne kadar mümkün olabilir?
Sonuç olarak bu yaz da kayboldu gitti, artık son demlerini yaşıyoruz ve görüldüğü gibi beklenen turistte gelmedi, dövizde kazanılamadı.
Ekonomik kaygılar ile kontrolsüz bir şekilde açıldık ve hem ölüm hem de vaka sayıları son derecede ciddi boyutta, üstelik sonbaharda artık okulları da açmak zorundayız. Bundan böyle çok ciddi önlemler almak gerekiyor ve bu önlemlerin başında da aşı olmayanların toplumdan tecrit edilmesi geliyor.
İktidarın bu kapsamda açıkladığı ve 6 Eylül’den itibaren uygulamaya geçecek olan önlemler gerçekten de önemli ama yetersizdir.
Yukarıda bireyin aşı olmama hakkı var mı diye sormuştum, bu soruya demokrasi açısından bakarsak elbette var, fakat aşılanmayan bir bireyin topluma karışmaya ve başkalarını riske atmaya hakkı kesinlikle yoktur. İsteyen aşı olmaz, fakat evinde oturur kimseyle temas etmez.
Bu çerçevede uygulamaya girecek önlemlerin genişletilmesi, aşı olmayanların çalışma hayatına katılması, spor tesisleri, ibadethaneler, okullara girmesi, kent içi toplu taşıma ve servis araçlarını kullanması da engellenmelidir. Yoksa bu salgın ile asla başa çıkamayız!
Demedi demeyin, birde üstüne daha kolay bulaşan ve daha ölümcül bir kıyamet varyantı ortaya çıkarsa başımız hepten belaya girer…