Aşı stratejik üründür

Pazartesi günü Sonsöz gazetesindeki köşemde yayınlanan “Hıfzısıhhayı kim kapattı” başlıklı makalem üzerine Sağlık Eski Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ beni aradı. Telefonda epeyce uzun ve gerçekten de keyif aldığım bir sohbet yaptık.

Pazartesi günü Sonsöz gazetesindeki köşemde yayınlanan “Hıfzısıhhayı kim kapattı” başlıklı makalem üzerine Sağlık Eski Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ beni aradı. Telefonda epeyce uzun ve gerçekten de keyif aldığım bir sohbet yaptık.

Bu sohbetten bazı kesitleri sizlere aktaracağım, lakin öncelikle aşının stratejik bir ürün olduğu, mutlaka yerli ve milli kaynaklar ile üretilmesi gerektiği ve yaygın aşılama yapılması konusunda sayın bakanın son derecede duyarlı olduğunu söyleyeyim.

Prof. Dr. Recep Akdağ bir çocuk doktoru olan kendisinin aşı konusunda bu kadar duyarlı olduğu halde Hıfzısıhha enstitüsünü kapatmak ve aşı üretimini durdurmakla suçlanmasından dolayı derin bir üzüntü duyduğunu, ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığını da açıkça ifade etti.

Makalemde aşı üretiminin Recep bey Sağlık Bakanı olmadan ve hatta AKP iktidara gelmeden çok önce doksanlı yılların sonunda durdurulduğunu açıkça söylemiştim. Hıfzısıhha ve aşı üretimi hakkında yazan bir çok kişinin bilerek yahut da bilmeksizin bu gerçeği görmezden geldiğini ve kendisini aşı üretimini sonlandırmakla suçladığını bunun da haksızlık olduğunu ifade ederek yazımdan ve yazımdaki yaklaşımımdan dolayı bana teşekkür etti. Bende ilgi ve alakasından dolayı kendisine buradan tekrar teşekkür ediyorum.

Sayın Recep Akdağ Sağlık Bakanlığına ilk geldiğinde Hıfzısıhha enstitüsünün aşı üretimini zaten durdurmuş olduğunu ve özellikle laboratuvarlarının son derecede yetersiz ve teknolojik olarak oldukça geri kalmış olduğunu tespit ederek, burada bazı yenileştirme çalışmalarına başladıklarını ve yeniden aşı üretimine nasıl başlarız diye çözüm yolları düşündüklerini ifade etti.

Konuşmanın devamında Sayın Recep Akdağ Bakanlığı sırasında Hıfzısıhha kurumunu kapatmadıklarını; 2011 yılında kurulan Halk Sağlığı Kurumu ile, halk sağlığıyla ilişkili kurumları bir çatı altında topladıklarını ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığını da, 663 sayılı ve 2 Kasım 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na devrettiklerini, ve sadece bir yeniden yapılanma ve isim değişikliği olduğunu söylüyor. Bu bilgi elbette doğru, lakin ben gene de kurumsal yapıların ve isimlerin korunması ve geliştirilmesinden yanayım. Unutmamak gerekir ki kurumsallaşma devletin ve demokrasinin devamlılığına vurgu yapan çok önemli bir husustur, bu tabi ki benim fikrim.

Bu idari ve kurumsal yapılanma haricinde Recep bey son derecede önemli çalışmalardan da bahsetti ki bunlar gerçekten de hem son derecede doğru ve hem de çok önemli gelişmeler. Öncelikle aşı geliştirmenin yetmeyeceğini geliştirilen aşıların endüstriyel olarak üretilerek, lojistik ve saklama sorunlarının çözülmesinin gerektiğine de işaret etti. Burada ilk olarak aşının alındığı firmalara doldurma ve paketlemenin Türkiye’de kurulacak tesislerde yapılması zorunluluğu getirdiklerini ve böylece ileride üretilecek aşıların modern yöntemler ile doldurulması ile ilgili kapasite sorununu çözdüklerini anlattı.

Bu kapsamda; 2009 yılında beşli karma (DaBT-IPV-Hib), 2010 yılında zatürre aşısı (KPA-Konjuge Pnömokok) ve 2011 yılında dörtlü karma (DaBT-IPV) aşıların paketleme ve enjektöre dolum teknolojisinin ülkemize getirildiğini belirtti.

Diğer yandan aşıların ne kadar özel koşullarda taşınarak saklanması gerektiğini son salgın nedeni ile basına yansıyan haberlerde görüyoruz. Bugün Covid-19 aşıları ile ilgili en önemli sorunlar bu özel şartlara uygun taşıma ve saklama sorunları. Recep bey kurdukları sistem ile Türkiye’de en ücra noktalardaki aşı dolaplarının bile merkezden izlendiğini, gerekli koşulların ortadan kalktığı durumlarda derhal müdahil olduklarını ve bu gün elde edilen aşılama hızında da bu sistemin çok büyük etkisi olduğunu ifade etti ki bu gerçekten de alkışlanacak bir başarıdır.

Diğer yandan başlatılan karekod uygulamasının dünyada çok büyük ses getirdiğini ve takdir topladığını bu şekilde aşı ve ilaçların dağıtımının sağlıklı olmasını sağladıklarını ifade etti ki bu da takdire şayan bir iştir.

Diğer yandan bakanlığı döneminde başlatılan ülkemizde de can kayıplarına yol açan, kene ısırığı ile bulaşan Kırım-Kongo Kanamalı ateşi hastalığına yönelik aşı çalışmalarının Kayseri’de başarıya ulaştığını ve 2015 yılında dünyada hücre kültür temelli KKKA aşısının ilk patentini alan Erciyes Üniversitesi Aşı Araştırma Geliştirme Merkezi (ERAGEM) olduğunu söyleyerek buradaki çalışmaların Covid-19 virüsüne karşı da bir aşı geliştirme çabasına da temel teşkil ettiğini söyledi.

Sonuç olarak aşı, ilaç ve tıbbi cihaz üretiminin stratejik bir konu olduğu bu konuda kamusal, yerli ve milli üretimin desteklenmesinin önemini vurgulayarak konuşmamızı sonlandırdık. Ben kendisine bu sohbet hakkında yazacağım hakkında bir söz verdim, bu yazı ile de bu sözümü tutmuş ve sayın bakanın cevap hakkına da saygı göstermiş oluyorum.

Sonuç olarak; “ha bu bize ders olsun” ne yapıp edip bu stratejik üretime yerli ve kamusal kaynaklar ile yeniden başlamalıyız. Sadece laboratuvar ve üretim tesisi yatırımı yapmak da elbette yetmez, hastalıkları araştırıp tedavi yöntemleri, cihaz, ilaç ve aşı geliştirecek bilim insanlarını da yetiştirmemiz ve onların önünü açmamız gerekmektedir.

Bu salgın bize bilim insanlarının ve bilimsel düşüncenin önemini bir kere daha ispatlamış bulunmaktadır, umarım bundan sonra gereği eksiksiz yapılır.