ASGARİ ÜCRET İÇİMİZİ ISITIR MI?

Uzunca bir zamandır yoksullaşma devam ediyor. Halkın geniş bir kesiminde, günlük hayatın sürdürülmesinde güçlük çekilir bir hal oldu.. Emeğiyle geçinenler aldıkları ücretlerin akşam yattıklarında alım gücü başka, sabah kalktıklarında alım gücü başka olduğunu gözle görür hale geldiler.

Uzunca bir zamandır yoksullaşma devam ediyor. Halkın geniş bir kesiminde, günlük hayatın sürdürülmesinde güçlük çekilir bir hal oldu.. Emeğiyle geçinenler aldıkları ücretlerin akşam yattıklarında alım gücü başka, sabah kalktıklarında alım gücü başka olduğunu gözle görür hale geldiler.

Bu nasıl oldu peki? Halka hep döviz kurları artı diyerek, sanki dışarından bir gücün gelip bizim ülkemizde olan parayı artırdığını söyleyip, bazı kesimler gölge oyunu oynamaktalar.

Artan döviz değil aslında. Azalan bizim ulusal paramızın değeri. Üretim yaparken ve ihtiyaçlarımız için aldığımız malların, hizmetlerin fiyatları, maliyetleri arttı. Milli paramızın değeri düştü.

Bir ülkenin parasının değeri neden düşer. Ülkenin parasını destekleyerek fiyat istikrarını sağlayacak olan merkez bankasının yeterli desteği göstermemesinden düşer. Milli Paranın gücünü ülkenin kaynaklarıyla koruyamazsanız, paranızın değer düşer. Mal ve hizmet alırken sürekli daha fazla çalışmak zorunda kalırsınız, daha fazla ödeme yapmak zorunda kalırsınız.

Peki, paramız değeri düşerken cebimizdeki para mı azalıyor. Hayır. Para aynı ama parayla aldığımız mal ve hizmetler azalıyor. Çalışıp emek verdiğimiz, alın teri akıttığımız, bir ay yolunu sabırsızlıkla beklediğimiz maaşlarımızın alım gücü azalıyor. Dün aldığımız on yumurta yediye, bir kilo aldığımız peynir, yarıma, iki ekmeğimiz bire düşer.

Gençlerin, kadınların belli bir yaşa gelmiş emekli olamamış kesimlerin iş bulması zorlaşır. Paranın değerinin sürekli düşmesi nedeniyle, yeni yatırımlar yapılamaz. Ticarette alım satımın kolaylaştırılmasını sağlayan “belirlilik” ve “istikrar” ortadan kalkar.

Vatandaşlık bir toplumun nimetlerinden yararlanmak, külfetine katlanmaktır. Nimetleri adil ve eşit olarak bölüşülürse toplum sağlıklı, huzurlu ve mutlu olur. Geçim derdine düşmeden gelecek için üretmeye devam eder.

Asgari ücretin belirlenme zaman geldi çattı. İlk iki toplantısı yapıldı bile. Asgari ücret artık halkın sadece az bir kemsini ilgilendiren ücret olmaktan çoktan çıktı. Yapılan araştırmalara göre çalışanların yarıdan fazlası asgari ücret ile veya buna yakın bir düzeyde ücretle çalışır hale geldi. Yani asgari ücret adına yakışır bir asgari geçim sınırı olmaktan çoktan çıktı, ortalama bir ücret oldu. Neredeyse herkes bu ücrete yakın az altında veya az üstünde bir maaşla çalışır oldu.

Hal böyle olunca da toplumun çalışanları, asgari ücret görüşmelerini pür dikkat gözlemekte ve değer yitiren ve artık neredeyse değişim gücünü kaybetmekte olan bir para olan, milli paramızın ücretliler açısından geçimimizi sürdürmemizi sağlayacak bir düzeye çıkarılmasını beklemektedir.

Böyle olacak mı? Ben kendi adıma böyle bir artışı beklemiyorum. Enflasyonun devletin istatistik kurumunun açıklamış olduğu oranda olmadığı konusunda neredeyse toplumun her kesimi mutabık. Bunu günlük hayatımızda da görüyoruz zaten. Pazara markete gittiğimizde her gün bunu yaşıyoruz.

Satıcıların ağzında bir satış sloganı oldu artık; “bugün aldığınız mal, yarın alacağınız maldan daha ucuz, almanız menfaatinizedir” diyerek fiyatların artışını gözler önüne sermektedir.

Asgari ücretin neti ister 4.000 TL olsun, ister 4.500 TL olsun halkın yoksullaşmasını ve alım gücünü sürdürmesini sağlayamayacaktır. Milli Paramızın değerinin düşmesini engelleyecek bir ekonomik ve siyasal çözüm bulunamazsa.

Asgari ücret görüşmelerinde İşverenleri temsil edenlerin öneri olarak sunduğu 3.100 TL ücret, açlık sınırının da altında kalmaktadır. Bu ülkede, ücretlilerin kazançları ile sermayenin kazançlarını karşılaştırdığımızda büyük bir uçurum bulunmaktadır.

Toplumsal barış ve huzur ekmek ve aşın karşılığıdır. Bu huzuru bozmadan ortalama ücret konumuna gelmiş asgari ücreti, çalışanların yaşamlarını sürdürebilecekleri bir ücret olarak belirlemek devletin sosyal görevidir.

Geçirdiğimiz bu günlerde “Kış güneşi gibi ısıtmayan bir parlaklığa” ihtiyaç yoktur. Şu zor zamanda vatandaşın içini ısıtan sevgi ve şefkati içinde barındıran, bir” bahar sevincine “ihtiyacı var.