Ankara Bilkent’in yükseklerinde, sabah güneşiyle parlayan bir köşk var. Ankaralıların “Altın Köşk” diye bildiği bu yapı, aslında bir oğlun annesine yazdığı mimari bir mektup: Merik Konağı.
Bilkent’te yükselen bu konak, sadece bir bina değil; bir annenin eğitim aşkına, bir ulusun sanat mirasına adanmış bir semboldü. Meryem Hanım'ın çocuklarına vasiyeti şuydu: Sizi nasıl okuttuysam, siz de çocuklarınızı daha iyi okutun.
1996 yılında inşa edilen Merik Konağı, henüz 30 yıllık bir bina olmasına karşın içinde yüzyılları aşan bir kültürel hafıza taşıyor. Osmanlı ve Anadolu mimarisinin en seçkin detaylarından 1000 form ve motif alınarak tasarlanmış bu yapı, Türk konut mimarisinin zarafetini yeniden dünyaya hatırlatmak için doğdu.
Merik Konağı; saray, köşk, cami ve konaklardan alınan 30 farklı yapının izlerini taşır. Her köşesi, bir dönemin el işçiliğini, bir zanaatkârın sabrını anlatır. Her sütunu, Osmanlı’nın göğe bakan dua dolu mimarisinden bir yankı gibidir.
Ankaralılar ona boşuna "Altın Köşk' demedi. Konağın dış cephesinde kullanılan redwood ağacının işlenişi ve altın varakların ışıltısı, güneşle buluştuğunda adeta bütün binayı altın bir örtüye sarar. Sabah ışığı vurduğunda, Merik Konağı sanki bir saray masalından çıkmış gibi parlar. İşte o yüzden, herkesin dilinde tek bir isimle anılır: Altın Köşk.
Merik Konağı bugün, Türkiye’nin ilk Mimarlık ve Mobilya Müzesi olarak hizmet veriyor. 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenen müzede, Osmanlı saray kültürünün paha biçilmez örnekleri sergileniyor.
Haberin daha geniş ve detaylı halini Sonsöz Gazetesi’nde okuyabilirsiniz.